Çocuk Görüşünün Velayete Etkisi
Bu makalede, velayet davalarında çocuk görüşünün yasal ve hukuki önemi ele alınmıştır. Çocuğun üstün yararının gözetilmesi ilkesinin, velayet kararlarında çocukların görüşlerinin dikkate alınmasıyla nasıl uygulanabileceği ve bu konudaki Yargıtay kararlarının örnekleri üzerinde durulmuştur. Makale, velayet davalarında çocuğun görüşünün ve tercihlerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda kapsamlı bir bakış sunmaktadır.
Velayet Davalarında Çocuk Görüşünün Zorunluluğu ve Yargıtay Kararları
Velayet davalarında çocuk görüşünün alınması, modern hukuk sistemlerinin en önemli gerekliliklerinden biridir. Türk hukuk sisteminde, özellikle 8 yaş ve üzerindeki çocukların velayet davalarında görüşlerinin alınması zorunlu tutulmaktadır. Bu zorunluluk, hem ulusal hem de uluslararası hukuk normlarıyla güvence altına alınmıştır.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 12. maddesi, çocukların kendilerini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkına sahip olduklarını açıkça belirtmektedir. Bu temel hak, Türk hukuk sisteminde de karşılığını bulmuş ve Yargıtay içtihatlarıyla desteklenmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2017/3117 E., 2018/1278 K. sayılı kararında, idrak çağındaki çocukların görüşlerinin alınmamasının usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği vurgulanmıştır. Bu karar, velayet davalarında çocuk görüşünün alınmasının ne denli önemli olduğunu göstermektedir.
Türk Medeni Kanunu'nun 335-351. maddeleri arasında düzenlenen velayet hükümleri, kamu düzenine ilişkin olup, hakimin tarafların talepleriyle bağlı olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu düzenleme, çocuğun görüşünün alınması gerekliliğini destekler niteliktedir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2016/4059 E., 2016/13211 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, idrak çağındaki çocukların görüşlerinin alınmaması bozma sebebi olarak kabul edilmektedir. Bu yaklaşım, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2017/2-1887 E., 2017/1196 K. sayılı kararıyla da pekiştirilmiştir.
Çocuk görüşünün alınması sürecinde dikkat edilmesi gereken önemli hususlar bulunmaktadır:
- Görüşme, çocuğun psikolojisini gözetecek şekilde yapılmalıdır
- Görüşme sırasında uzman desteği alınmalıdır
- Çocuğun ifade özgürlüğü baskı altında olmadan sağlanmalıdır
- Görüşme sonuçları detaylı bir rapor halinde mahkemeye sunulmalıdır
Mahkemeler, çocuk görüşünü değerlendirirken sadece çocuğun beyanını değil, aynı zamanda çocuğun üstün yararını da göz önünde bulundurmalıdır. Bu değerlendirme yapılırken, çocuğun yaşı, gelişim düzeyi, eğitim durumu ve sosyal çevresi gibi faktörler bir bütün olarak ele alınmalıdır.
Velayet davalarında çocuk görüşünün alınması, sadece yasal bir zorunluluk değil, aynı zamanda çocuğun sağlıklı gelişimi için de kritik öneme sahiptir. Bu süreç, çocuğun kendisini değerli hissetmesine ve geleceğini şekillendiren kararlarda söz sahibi olmasına olanak tanımaktadır.
Çocuğun Üstün Yararı Prensibi ve Değerlendirilmesi
Velayet davalarında en temel prensip, çocuğun üstün yararının gözetilmesidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 23.05.2018 tarihli, 2018/1132 sayılı kararında açıkça belirtildiği üzere, velayet düzenlemelerinde çocuğun menfaati her şeyden önce gelir. Bu prensip, Türk Medeni Kanunu'nun 339-347. maddelerinde düzenlenen velayet kavramının özünü oluşturur.
Velayet kararları verilirken, çocuğun üstün yararının belirlenmesinde birçok faktör rol oynar. Bu faktörler arasında çocuğun yaşı, cinsiyeti, eğitim durumu, sağlık durumu gibi kişisel özellikler yer alır. Bunun yanında, aile ortamı, ebeveynlerin ekonomik durumu ve çocuğun maruz kalabileceği olası şiddet veya ihmal riskleri de değerlendirmeye alınır.
Mahkemeler, velayet kararı verirken çocuğun mevcut yaşam düzenini de göz önünde bulundurur. Çocuğun kurulu düzeninin bozulması, eğitim hayatının sekteye uğraması veya sosyal çevresinden kopması gibi durumlar, üstün yarar prensibine aykırılık teşkil eder. Nitekim Yargıtay'ın 2015/24182 E., 2015/23964 K. sayılı kararında, velayetin değiştirilmesi kararı verilirken çocuğun mevcut düzeninin dikkate alınmaması bozma sebebi olarak görülmüştür.
Çocuğun üstün yararının değerlendirilmesinde, idrak çağındaki çocukların görüşleri özel bir öneme sahiptir. Bu görüşler alınırken, çocuğun yaşı ve olgunluk seviyesine uygun yöntemler kullanılmalıdır. Mahkemeler, çocuğun tercihlerini değerlendirirken uzman görüşlerinden de faydalanır ve bu tercihlerin çocuğun gerçek yararına uygun olup olmadığını inceler.
Velayet düzenlemelerinde dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, ebeveynlerin çocuğa sağlayabilecekleri imkanlardır. Ancak bu değerlendirme yapılırken, salt maddi imkanlar değil, duygusal ve manevi destek de göz önünde bulundurulur. Ebeveynlerin çocuğun eğitimine, sosyal gelişimine ve psikolojik ihtiyaçlarına ne ölçüde cevap verebildikleri önemlidir.
TMK'nın ilgili maddeleri uyarınca, velayet hakkı sadece bir yetki değil, aynı zamanda önemli sorumluluklar içeren bir görevdir. Bu nedenle mahkemeler, velayeti düzenlerken ebeveynlerin bu sorumluluğu taşıyabilme kapasitelerini de değerlendirir. Ebeveynlerin çocuğun bakımı, eğitimi ve gelişimi için gerekli özeni gösterme yeterlilikleri, üstün yarar değerlendirmesinde önemli bir yer tutar.
Çocuğun üstün yararı prensibi, dinamik ve her somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmesi gereken bir kavramdır. Bu nedenle mahkemeler, her davada çocuğun özel durumunu, ihtiyaçlarını ve gelişimsel özelliklerini dikkate alarak karar vermelidir. Bu değerlendirmede, çocuğun sağlıklı gelişimi ve geleceği her zaman öncelikli konumdadır.
Çocuk Yaşı ve Velayet Kararlarına Etkisi
Velayet kararları verilirken çocuğun yaş dönemlerine göre farklı gelişimsel ihtiyaçların göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Her yaş döneminin kendine özgü gelişimsel özellikleri ve gereksinimleri, velayet kararlarını doğrudan etkilemektedir. Çocuğun üstün yararı ilkesi çerçevesinde, yaş dönemlerine göre velayet değerlendirmesi şu şekilde yapılmaktadır:
Bebeklik (0-3 yaş)
Bu dönemde güvenli bağlanma en kritik gelişimsel görevdir. Bebeklik döneminde genellikle anne ile kurulan duygusal bağ ön planda olduğundan, velayet kararlarında anneye öncelik verilmektedir. Ancak annenin psikolojik sorunları, madde bağımlılığı veya bakım yetersizliği gibi durumlar söz konusu olduğunda, babanın veya diğer aile bireylerinin velayeti değerlendirilebilir. Bu dönemde düzenli ve istikrarlı bir bakım ortamı sağlanması hayati önem taşır.
Erken Çocukluk (3-6 yaş)
Okul öncesi dönem olarak da adlandırılan bu evrede, çocuğun sosyal-duygusal gelişimi hız kazanır. Her iki ebeveynin de çocuğun hayatında aktif rol oynaması önemlidir. Bu dönemde velayet kararları verilirken:
- Çocuğun okul öncesi eğitim imkanları
- Ebeveynlerin çalışma saatleri
- Sosyal destek sistemleri
- Çocuğun günlük rutinlerinin devamlılığı
gibi faktörler değerlendirilmelidir.
Orta Çocukluk (6-13 yaş)
Bu dönem, çocuğun kimlik gelişimi ve sosyal uyumu açısından kritik bir evredir. Yargıtay kararları, özellikle 8 yaş ve üstü çocukların görüşlerinin alınmasını zorunlu kılmaktadır. Bu yaş grubunda velayet kararları verilirken:
- Çocuğun okul başarısı ve eğitim sürekliliği
- Arkadaş ilişkileri
- Sosyal aktivitelere katılım imkanları
- Her iki ebeveynle düzenli iletişim
göz önünde bulundurulmalıdır.
Gençlik (13-17 yaş)
Ergenlik döneminde çocukların özerklik ve kimlik arayışı ön plandadır. Bu dönemde velayet kararları verilirken çocuğun tercihleri büyük önem taşır. Yargıtay, bu yaş grubundaki gençlerin görüşlerini belirleyici faktör olarak değerlendirmektedir. Ancak gencin tercihi değerlendirilirken:
- Ebeveynlerin manipülasyon etkisi
- Gencin duygusal durumu
- Akademik ve sosyal gelişim ihtiyaçları
- Ebeveynlerin yaşam koşulları
gibi faktörler dikkate alınmalıdır.
Tüm yaş dönemlerinde, velayet kararları verilirken çocuğun gelişimsel ihtiyaçları kadar, ebeveynlerin bu ihtiyaçları karşılama kapasiteleri de değerlendirilmelidir. Çocuğun üstün yararı ilkesi doğrultusunda, ebeveynlerin ahlaki değerleri, yaşam tarzları ve çocuğa sağlayabilecekleri imkanlar bütüncül bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Özellikle ebeveynlerden birinin sadakatsizlik gibi ahlaki değerlere aykırı davranışları, çocuğun gelişimine zarar verebilecek unsurlar olarak değerlendirilmekte ve velayet kararlarını etkileyebilmektedir.
Kişisel İlişki Hakkı ve Sınırlamaları
Velayet davalarında çocuğun üstün yararı gözetilirken, velayeti alamayan ebeveynin çocukla olan ilişkisinin düzenlenmesi de büyük önem taşır. Türk Medeni Kanunu'nun 323. maddesi, ana ve babadan her birinin, velayeti altında bulunmayan çocuk ile kişisel ilişki kurma hakkına sahip olduğunu açıkça düzenlemiştir. Bu hak, çocuğun sağlıklı gelişimi için vazgeçilmez nitelikte olup, aynı zamanda çocuğun da temel haklarından biridir.
Kişisel ilişki düzenlenirken, çocuğun yaşı, eğitim durumu ve okul programı gibi faktörler öncelikli olarak değerlendirilmelidir. Özellikle okul dönemlerinde çocuğun eğitim hayatının aksamaması, tatil dönemlerinde ise her iki ebeveyni ile yeterli zaman geçirebilmesi sağlanmalıdır. Bu düzenleme yapılırken çocuğun görüşünün alınması, özellikle idrak çağındaki çocuklar için büyük önem taşır.
Ancak bazı durumlarda kişisel ilişki hakkının sınırlandırılması veya tamamen kaldırılması gerekebilir. Çocuğun yararının tehlikede olduğu durumlar, özellikle şiddet, istismar veya kaçırılma riski varsa, mahkeme bu hakkı kısıtlayabilir veya özel önlemler alabilir. Bu gibi hallerde, çocuğun güvenliği ve psikolojik sağlığı her şeyden önce gelir.
Kişisel ilişki hakkının sınırlandırıldığı durumlarda, mahkeme gözetimli görüşme kararı verebilir. Bu durumda, hakim tarafından belirlenen bir uzman veya üçüncü kişinin gözetiminde görüşmeler gerçekleştirilir. Bu uygulama, hem çocuğun güvenliğini sağlar hem de ebeveyn-çocuk ilişkisinin tamamen kopmasını engeller.
Kişisel ilişkinin düzenlenmesinde çocuğun sağlığı, eğitimi ve ahlaki gelişimi göz önünde bulundurulmalıdır. Görüşmelerin sıklığı ve süresi, çocuğun yaş grubuna ve ihtiyaçlarına uygun olarak belirlenmelidir. Örneğin, küçük yaştaki çocuklar için daha kısa ve sık görüşmeler tercih edilirken, ergenlik dönemindeki çocuklar için daha esnek düzenlemeler yapılabilir.
Velayet ve kişisel ilişki düzenlemelerinde, çocuğun görüşünün alınması ve değerlendirilmesi, çocuk haklarının korunması açısından temel bir gerekliliktir. Bu süreçte, çocuğun üstün yararı ile ebeveynlerin hakları arasında hassas bir denge kurulmalı, ancak çocuğun yararı her zaman öncelikli olmalıdır. Mahkemelerin bu konudaki kararları, çocuğun sağlıklı gelişimini destekleyecek ve her iki ebeveyni ile olan bağlarını koruyacak şekilde düzenlenmelidir.