
Kendini Savunma Hakkı
Savunma hakkı, adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biridir. Bu yazıda, savunma hakkının kapsamı, yasal dayanakları, kısıtlanması durumunda ortaya çıkan sonuçlar ve Yargıtay'ın bu konudaki önemli kararları ele alınmaktadır. CMK ve ilgili kanunlarda düzenlenen savunma hakkının etkin kullanımı için gerekli koşullar, müdafi yardımından yararlanma hakkı ve savunma hakkının kısıtlanmasının hukuki sonuçları detaylı bir şekilde incelenmiştir.
Kendini Savunma Hakkı
Savunma Hakkının Temel İlkeleri ve Yasal Dayanakları
Savunma hakkı, ceza yargılamasının en temel unsurlarından biri olup, adil yargılanma ilkesinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu hak, kişinin kendisine yöneltilen suçlamalara karşı etkili bir şekilde savunma yapabilmesini, delil sunabilmesini ve iddia makamının sunduğu delillere karşı argümanlar geliştirebilmesini sağlar. Savunma hakkı, yargılama sürecinin her aşamasında gözetilmesi gereken ve ihlali halinde yargılamanın adilliğini doğrudan etkileyen bir haktır.
Savunma Hakkının Anayasal Temeli
Savunma hakkı, Türk hukuk sisteminde en üst norm olan Anayasa tarafından güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 36. maddesi, "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" hükmünü içermektedir. Bu madde, savunma hakkını temel bir hak olarak tanımlamakta ve herkesin bu haktan yararlanabileceğini açıkça belirtmektedir.
Savunma hakkının anayasal temeli, yalnızca iç hukukla sınırlı değildir. Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler de bu hakkı koruma altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi, adil yargılanma hakkını düzenlemekte ve bu kapsamda savunma hakkına ilişkin önemli güvenceler sunmaktadır. AİHS m.6 uyarınca, herkes kendisine karşı yöneltilen suçlamaların niteliği ve nedeni hakkında bilgilendirilme, savunmasını hazırlamak için yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma, kendisini bizzat veya müdafi yardımıyla savunma haklarına sahiptir.
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da savunma hakkının önemi vurgulanmakta ve bu hakkın ihlali durumunda adil yargılanma hakkının da ihlal edilmiş sayılacağı belirtilmektedir. Bu bağlamda, savunma hakkı, yalnızca ulusal değil, uluslararası hukuk düzeninde de korunan temel bir insan hakkı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nda da savunma hakkına ilişkin çeşitli düzenlemeler bulunmaktadır. Özellikle CMK m.216, delillerin tartışılmasında söz sırasını düzenleyerek savunma hakkının etkin kullanımını güvence altına almaktadır. Bu maddeye göre, delillerin tartışılması sırasında söz sırası önce katılan veya vekiline, ardından Cumhuriyet savcısına ve son olarak sanık veya müdafisine verilir. Bu düzenleme, savunma makamının iddia makamının tüm argümanlarını dinledikten sonra savunmasını yapabilmesini sağlayarak, savunma hakkının etkin kullanımını desteklemektedir.
Ayrıca, CMK m.216/3 uyarınca, hükümden önce son söz mutlaka hazır bulunan sanığa verilmelidir. Bu düzenleme, savunma hakkının en önemli tezahürlerinden biridir ve sanığın yargılama sürecinin sonunda son kez kendini ifade etme imkânına sahip olmasını sağlar. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2019/542 sayılı kararında belirtildiği üzere, son sözün sanığa verilmemesi mutlak bozma nedenidir. Bu durum, savunma hakkının ne denli önemli olduğunu ve bu hakkın ihlalinin yargılamanın sonucunu doğrudan etkileyebileceğini göstermektedir.
Savunma Hakkının Sınırlandırılması
Savunma hakkı, temel bir hak olmasına rağmen, belirli koşullar altında sınırlandırılabilir. Ancak bu sınırlandırmaların kanunla öngörülmüş olması, meşru bir amaca hizmet etmesi ve demokratik bir toplumda gerekli olması şartları aranmaktadır. Savunma hakkının sınırlandırılması, ancak yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve adaletin tecellisi için zorunlu olduğu durumlarda kabul edilebilir.
Kanun koyucu, yargılamanın uzamasını önlemek amacıyla bazı istisnai durumlarda savunma hakkına sınırlamalar getirmiştir. Örneğin, CMK'nın bazı maddelerinde, sanığın yokluğunda duruşma yapılabilecek haller düzenlenmiştir. Ancak bu sınırlamaların dar yorumlanması ve savunma hakkının özüne dokunmaması gerekmektedir.
Savunma hakkının sınırlandırıldığından söz edebilmek için, bu sınırlamanın hükmü etkileyecek nitelikte olması gerekir. Yargıtay içtihatlarına göre, savunma hakkının kısıtlanması, ancak bu kısıtlamanın hüküm üzerinde etkili olması halinde bozma nedeni sayılmaktadır. Örneğin, sanığın son savunmasının alınmaması, ek savunma hakkı tanınmaması veya müdafi yardımından yararlanma hakkının engellenmesi gibi durumlar, savunma hakkının kısıtlanması olarak değerlendirilmekte ve hükmün bozulmasına neden olmaktadır.
Savunma hakkının sınırlandırılması konusunda dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, bu sınırlamaların orantılı olması gerekliliğidir. Sınırlamalar, yargılamanın amacına ulaşması için gerekli olan ölçüde olmalı ve savunma hakkının özüne dokunmamalıdır. Örneğin, sanığın duruşmada hazır bulunma hakkı, ancak duruşmanın düzenini bozması veya duruşmanın yapılmasını engellemesi durumunda sınırlandırılabilir.
Savunma hakkının sınırlandırılması konusunda Yargıtay'ın yaklaşımı oldukça hassastır. Yargıtay, savunma hakkının kısıtlanmasını genellikle mutlak bozma nedeni olarak değerlendirmekte ve bu hakkın etkin bir şekilde kullanılabilmesi için gerekli koşulların sağlanmasını aramaktadır. Özellikle, sanığın son sözünün alınmaması, ek savunma hakkı tanınmaması veya müdafi yardımından yararlanma hakkının engellenmesi gibi durumlar, Yargıtay tarafından savunma hakkının kısıtlanması olarak değerlendirilmekte ve hükmün bozulmasına neden olmaktadır.
Sonuç olarak, savunma hakkı, adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olup, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. Bu hak, kişinin kendisine yöneltilen suçlamalara karşı etkili bir savunma yapabilmesini sağlar ve yargılama sürecinin her aşamasında gözetilmesi gereken bir haktır. Savunma hakkının sınırlandırılması, ancak kanunla öngörülmüş olması, meşru bir amaca hizmet etmesi ve demokratik bir toplumda gerekli olması şartlarıyla mümkündür. Bu sınırlamaların dar yorumlanması ve savunma hakkının özüne dokunmaması gerekmektedir.
Savunma Hakkının Kısıtlanması Halleri ve Sonuçları
Savunma hakkı, hukuk devletinin temel taşlarından biri olarak Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. Ancak bazı durumlarda bu hakkın kısıtlanması söz konusu olabilmektedir. Savunma hakkının kısıtlanması, mahkeme kararında açık veya örtülü şekilde ve hükme etkili olduğu durumlarda mutlak bozma nedeni olarak kabul edilmektedir. Bu bölümde, savunma hakkının hangi hallerde kısıtlandığı ve bunun hukuki sonuçları detaylı olarak incelenecektir.
Tebligata İlişkin Aykırılıklar
Tebligat, yargılama sürecinin sağlıklı işleyebilmesi için kritik öneme sahiptir. Sanığın kendisine yöneltilen suçlamalardan haberdar olması ve savunmasını hazırlayabilmesi için duruşmadan makul bir süre önce bilgilendirilmesi gerekmektedir. Tebligat kurallarına uyulmaması, savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2004/10-96 E. 2004/121 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, müdafi mazeretinin kabul edilmesine rağmen duruşma gününün bildirilmemesi savunma hakkının kısıtlanması olarak değerlendirilmektedir. Bu durum, sanığın ve müdafisinin duruşmaya hazırlanma imkanını ortadan kaldırmakta ve adil yargılanma hakkını ihlal etmektedir.
Benzer şekilde, CMK m.176 ve 190/2 uyarınca, sanığa duruşma gününün tebliğ edilmemesi veya tebligatın usulüne uygun yapılmaması da savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir. Özellikle hüküm açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı açıklanırken, sanığa meşruhatlı davetiye tebliğ edilmeden yokluğunda mahkumiyet kararı verilmesi, savunma hakkının kısıtlanması olarak kabul edilmektedir.
Sanığın Duruşmalardaki Durumu
Ceza Muhakemesi Kanunu, sanığın duruşmalardaki durumunu düzenleyen çeşitli hükümler içermektedir. Bu hükümler, sanığın savunma hakkını etkin bir şekilde kullanabilmesi için önemli güvenceler sağlamaktadır.
CMK m.195'e göre, sanığın yokluğunda duruşma yapılabilmesi ancak sadece adli para cezası ve/veya müsadere gerektiren suçlarda mümkündür. Bunun dışındaki suçlarda, sanığın duruşmada hazır bulunması gerekmektedir. Aksi halde, savunma hakkının kısıtlanması söz konusu olacaktır.
CMK m.196 uyarınca, sanığın duruşmalardan bağışık tutulması (vareste tutulması) mümkündür. Ancak bunun için sanığın sorgusu yapıldıktan sonra kendi talebi ve mahkemenin kabulü gerekmektedir. Sanığın sorgusu yapılmadan vareste tutulması veya sanığın talebi olmaksızın duruşmalardan bağışık tutulması, savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir.
Yargıtay kararlarına göre, başka suçtan aynı yargı çevresindeki cezaevinde hükümlü sanığın duruşmada hazır bulundurulmaması veya başka suçtan farklı yargı çevresindeki cezaevinde tutuklu sanığın, SEGBİS yoluyla duruşmada hazır bulundurulmaması da savunma hakkının kısıtlanması olarak değerlendirilmektedir.
CMK m.226 uyarınca, suçun niteliğinin değişmesi halinde sanığa ek savunma hakkı tanınması gerekmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2014/77 sayılı kararında belirtildiği üzere, suçun temas ettiği kanun maddelerinin değişmesi veya ceza artırım nedenleri ortaya çıktığında sanığa ek savunma hakkı tanınmalıdır. Bu hakkın tanınmaması, savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir.
Müdafiden Yararlanma Hakkının İhlali
Müdafiden yararlanma hakkı, Anayasa'nın 36. maddesi ve CMK'nın 2/1-c maddesinde düzenlenmiş olup, savunma hakkının en önemli unsurlarından biridir. Bu hakkın ihlali, savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir.
Müdafiden yararlanma hakkının kısıtlanması şu hallerde söz konusu olabilir:
- Müdafi seçme olanağının tanınmaması (CMK m.149)
- Zorunlu müdafi gereken hallerde müdafi görevlendirilmemesi (CMK m.150)
- Müdafinin dosya inceleme hakkının ihlali (CMK m.153)
- Savunmayı hazırlamak için gereken zaman ve kolaylıkların sağlanmaması
- Soru sorma hakkının ihlali (CMK m.181, 201)
- Susma hakkı ve diğer hakları öğrenme hakkının ihlali
Özellikle zorunlu müdafilik kapsamındaki suçlarda, müdafi olmadan yargılama yapılması kanuna aykırıdır ve savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir. CMK'nın 150/3 maddesi uyarınca, alt sınırı 5 yıldan fazla olan suçlarda zorunlu müdafi atanması gerekmektedir. Bu hükmün ihlali, CMK'nın 289/1-a-e maddesi uyarınca mutlak bozma nedeni olarak kabul edilmektedir.
Yargıtay kararlarında da müdafiden yararlanma hakkının önemi vurgulanmaktadır. Örneğin, silahlı terör örgütü üyeliği gibi suçlarda müdafi görevlendirilmemesi, savunma hakkının kısıtlanması olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca, müdafinin mazeretinin kabul edilmesine rağmen duruşma gününün bildirilmemesi veya müdafinin dosya inceleme hakkının engellenmesi de savunma hakkının kısıtlanması olarak kabul edilmektedir.
Savunma hakkının kısıtlanması, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmekte ve hükmün bozulmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, yargılama sürecinde savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılabilmesi için gerekli tüm koşulların sağlanması büyük önem taşımaktadır.
Zorunlu Müdafilik ve Savunma Hakkı
Ceza yargılamasında savunma hakkının en önemli unsurlarından biri, şüpheli veya sanığın müdafi yardımından yararlanma hakkıdır. Bu hak, adil yargılanma ilkesinin temel bir parçası olup, kişinin kendisine yöneltilen suçlamalara karşı etkili bir savunma yapabilmesini sağlar. Türk hukuk sisteminde müdafi yardımından yararlanma hakkı, bazı durumlarda zorunlu müdafilik kurumu ile güvence altına alınmıştır.
Zorunlu Müdafiliğin Yasal Dayanağı
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 150. maddesi, müdafi seçimi ve zorunlu müdafilik kurumunu düzenlemektedir. Bu maddenin 3. fıkrasına göre, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda, şüpheli veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. Bu düzenleme, savunma hakkının etkin kullanımını sağlamak amacıyla getirilmiş olup, ağır cezalık suçlarda şüpheli veya sanığın hukuki yardım almadan yargılanmasının önüne geçmeyi amaçlamaktadır.
Zorunlu müdafilik kurumu, özellikle hukuki bilgisi olmayan veya ekonomik durumu yetersiz olan kişilerin savunma haklarını korumak için önemli bir güvencedir. Bu kurum sayesinde, suçlamanın ağırlığı nedeniyle uzman bir hukuki yardıma ihtiyaç duyan kişilerin, bu yardımdan mahrum kalmaları engellenmektedir.
Zorunlu Müdafiliğin İhlali ve Sonuçları
Zorunlu müdafiliğin öngörüldüğü durumlarda, şüpheli veya sanığa müdafi atanmadan yargılamaya devam edilmesi, savunma hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Bu ihlal, CMK'nın 289/1-e maddesi uyarınca mutlak bozma nedeni olarak kabul edilmektedir. Yargıtay'ın yerleşik içtihatları da bu yöndedir.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin 18.02.2015 tarihli, 2014/29295 E. ve 2015/6150 K. sayılı kararında, müdafi yardımından yararlanma hakkının kısıtlanmasının hükmün bozulma nedeni olduğu açıkça belirtilmiştir. Bu kararda, sanığın müdafi yardımından yararlanma hakkının etkin bir şekilde sağlanması gerektiği vurgulanmış ve bu hakkın ihlalinin adil yargılanma hakkını zedelediği ifade edilmiştir.
Terör Suçlarında Zorunlu Müdafilik
Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlarda da zorunlu müdafilik kurumu özel bir önem taşımaktadır. Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 05.07.2019 tarihli, 2018/1498 E. ve 2018/2303 K. sayılı kararında, silahlı terör örgütü üyeliği suçunda müdafi görevlendirilmemesinin savunma hakkını kısıtladığı belirtilmiştir. Bu kararda, CMK'nın 150/3 maddesi uyarınca alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda zorunlu müdafi atanması gerektiği ve bu zorunluluğa uyulmamasının savunma hakkının ihlali anlamına geldiği vurgulanmıştır.
Aynı dairenin 26.12.2019 tarihli, 2019/9276 E. ve 2019/8380 K. sayılı kararında ise, TMK kapsamındaki suçlarda cezanın alt sınırının 5 yıldan fazla olması durumunda, sanık istemese bile müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir. Bu karar, terör suçlarında savunma hakkının önemini ve zorunlu müdafiliğin bu hakkın korunmasındaki rolünü ortaya koymaktadır.
Müdafi Yardımından Etkin Yararlanma
Zorunlu müdafilik kurumunun amacına ulaşabilmesi için, müdafinin savunmayı etkin bir şekilde yapabilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, müdafiye dosyayı inceleme, delilleri değerlendirme, tanıklarla görüşme ve savunmayı hazırlamak için yeterli zaman ve imkân tanınmalıdır. Aksi takdirde, şeklen bir müdafi atanmış olsa bile, savunma hakkının etkin kullanımından söz edilemez.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 03.07.2018 tarihli, 2018/1305 E. ve 2018/2297 K. sayılı kararında, CMK'nın 101/3, 188/1 ve 289/1-a-e maddelerine aykırı olarak, silahlı terör örgütü üyeliği suçunda müdafi olmadan yargılama yapılmasının kanuna aykırı olduğu belirtilmiştir. Bu karar, müdafi yardımından yararlanma hakkının sadece şeklen değil, özünde de sağlanması gerektiğini vurgulamaktadır.
Müdafi Yardımından Vazgeçme
Zorunlu müdafilik kapsamındaki suçlarda, şüpheli veya sanığın müdafi yardımından vazgeçme hakkı bulunmamaktadır. Bu durum, savunma hakkının korunması açısından önemli bir güvencedir. Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin yukarıda belirtilen 2019/9276 E. ve 2019/8380 K. sayılı kararında, TMK kapsamındaki suçlarda cezanın alt sınırının 5 yıldan fazla olması durumunda, sanık istemese bile müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu açıkça belirtilmiştir.
Bu düzenleme, savunma hakkının sadece bireysel bir hak değil, aynı zamanda adil yargılanmanın ve hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğunu göstermektedir. Zorunlu müdafilik kurumu, ceza yargılamasında silahların eşitliği ilkesinin sağlanması ve savunma hakkının etkin kullanımı açısından vazgeçilmez bir öneme sahiptir.
Sonuç olarak, zorunlu müdafilik kurumu, savunma hakkının en önemli güvencelerinden biridir. Bu kurumun ihlali, CMK'nın 289/1-e maddesi uyarınca mutlak bozma nedeni olarak kabul edilmekte ve Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarıyla da bu durum teyit edilmektedir. Adil bir yargılamanın sağlanabilmesi için, zorunlu müdafilik kurumunun etkin bir şekilde uygulanması ve müdafi yardımından yararlanma hakkının özünde korunması gerekmektedir.
Disiplin Soruşturmalarında Savunma Hakkı
Disiplin soruşturmaları, kamu görevlilerinin mesleki faaliyetleri sırasında gerçekleştirdikleri eylem ve işlemlerin değerlendirildiği idari süreçlerdir. Bu süreçlerde de tıpkı ceza yargılamasında olduğu gibi savunma hakkı, temel bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır. Disiplin soruşturmalarında savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, hakkında soruşturma yürütülen kişinin kendisini savunabilmesini ve iddialar karşısında açıklama yapabilmesini sağlayan vazgeçilmez bir haktır.
7068 sayılı Kanun'un 31. maddesi, disiplin soruşturmalarında savunma hakkını düzenleyen önemli bir yasal dayanak olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu madde, disiplin soruşturmalarında savunma hakkının nasıl kullanılacağını, hangi sürelerin uygulanacağını ve personelin sahip olduğu hakları detaylı bir şekilde ele almaktadır.
Savunma Süreci ve Zaman Kısıtlamaları
Disiplin soruşturmalarında savunma hakkının kullanılması belirli bir süreç dahilinde gerçekleşmektedir. 7068 sayılı Kanun'un 31/1 maddesine göre, disiplin amirleri veya kurulları tarafından savunma alınmadan disiplin cezası verilemez. Bu hüküm, savunma hakkının mutlak niteliğini ortaya koymakta ve savunma alınmadan verilen disiplin cezalarının hukuka aykırı olacağını açıkça belirtmektedir.
Savunma hakkının kullanılması için belirli bir süre tanınması gerekmektedir. 7068 sayılı Kanun'un 31/2 maddesine göre, savunma için verilen süre yedi günden az olamaz. Bu süre, ilgilinin savunmasını hazırlaması, gerekli belgeleri toplaması ve etkili bir savunma yapabilmesi için asgari bir süre olarak belirlenmiştir. Kanun koyucu, bu süreyi belirlerken savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılabilmesi için gereken makul süreyi göz önünde bulundurmuştur.
Aynı maddenin devamında, süresi içinde savunmasını yapmayan personelin savunma hakkından vazgeçmiş sayılacağı düzenlenmiştir. Bu hüküm, savunma hakkının kullanılmasının ilgilinin inisiyatifinde olduğunu göstermektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, savunma için verilen sürenin ilgiliye usulüne uygun olarak tebliğ edilmesi ve sürenin başlangıç tarihinin açıkça belirtilmesidir. Aksi takdirde, ilgilinin savunma hakkından vazgeçtiğinden söz edilemez.
Disiplin soruşturmalarında savunma sürecinin işleyişi şu şekilde özetlenebilir:
- Disiplin soruşturması başlatıldığında, ilgiliye savunma yapması için yazılı bildirim yapılır.
- Bildirimde, ilgilinin hangi eylem veya işlemlerinden dolayı soruşturma geçirdiği açıkça belirtilir.
- İlgiliye savunmasını hazırlaması için en az yedi günlük süre verilir.
- İlgili, bu süre içinde yazılı veya sözlü olarak savunmasını yapar.
- Süresi içinde savunma yapılmaması halinde, ilgili savunma hakkından vazgeçmiş sayılır.
Personelin Hakları
Disiplin soruşturmalarında personelin sahip olduğu haklar, savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılabilmesi için büyük önem taşımaktadır. 7068 sayılı Kanun'un 31/3 maddesine göre, hakkında disiplin soruşturması yapılan personel, soruşturma evrakını inceleme hakkına sahiptir. Bu hak, ilgilinin kendisine yöneltilen iddiaları ve bu iddiaların dayanaklarını öğrenmesini sağlayarak, etkili bir savunma yapabilmesine olanak tanımaktadır.
Soruşturma evrakını inceleme hakkı, savunma hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. İlgili, soruşturma dosyasında yer alan belgeleri, ifadeleri ve diğer delilleri inceleyerek, savunmasını bu bilgiler ışığında hazırlayabilir. Bu hakkın kısıtlanması veya engellenmesi, savunma hakkının ihlali anlamına gelecektir.
7068 sayılı Kanun'un 31/4 maddesinde ise, meslekten çıkarma veya Devlet memurluğundan çıkarma cezası istenen personelin daha geniş savunma haklarına sahip olduğu düzenlenmiştir. Bu kapsamda, ilgili personel:
- Soruşturma evrakını inceleme
- Tanık dinletme
- Disiplin kurulunda sözlü veya yazılı olarak kendisi veya vekili vasıtasıyla savunma yapma
haklarına sahiptir. Bu hakların tanınması, özellikle ağır disiplin cezaları söz konusu olduğunda, ilgilinin savunma hakkını daha etkin bir şekilde kullanabilmesini sağlamaktadır.
Tanık dinletme hakkı, ilgilinin iddialarını destekleyecek tanıkların dinlenmesini talep edebilmesini ifade etmektedir. Bu hak, özellikle olayın aydınlatılması ve gerçeğin ortaya çıkarılması açısından büyük önem taşımaktadır. Disiplin kurulunun, ilgilinin tanık dinletme talebini haklı bir gerekçe olmaksızın reddetmesi, savunma hakkının ihlali olarak değerlendirilebilir.
Disiplin kurulunda sözlü veya yazılı olarak savunma yapma hakkı ise, ilgilinin kendisini en iyi şekilde ifade edebilmesine olanak tanımaktadır. İlgili, kendisi bizzat savunma yapabileceği gibi, bir vekil aracılığıyla da savunmasını gerçekleştirebilir. Bu hak, özellikle hukuki bilgi ve tecrübe gerektiren durumlarda, ilgilinin profesyonel yardım alabilmesini sağlayarak, savunma hakkının etkin kullanımına katkıda bulunmaktadır.
Disiplin soruşturmalarında savunma hakkı, adil bir idari sürecin vazgeçilmez bir unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hakkın etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, ilgiliye yeterli süre tanınması, soruşturma evrakını inceleme imkanı verilmesi ve gerektiğinde tanık dinletme ve vekil aracılığıyla savunma yapma haklarının sağlanması gerekmektedir. Savunma hakkının ihlal edildiği disiplin soruşturmalarında verilen cezalar, idari yargı mercileri tarafından iptal edilebilmektedir. Bu nedenle, disiplin soruşturmalarını yürüten makamların, savunma hakkına ilişkin düzenlemelere titizlikle uymaları, hem hukuka uygunluk hem de adaletin tecellisi açısından büyük önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, savunma hakkı, ceza yargılamasında olduğu gibi disiplin soruşturmalarında da temel bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hakkın etkin bir şekilde kullanılabilmesi, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olup, adil bir idari sürecin vazgeçilmez bir unsurudur. Savunma hakkının kısıtlanması veya ihlal edilmesi, verilen disiplin cezalarının hukuka aykırı olmasına ve idari yargı mercileri tarafından iptal edilmesine yol açabilmektedir. Bu nedenle, disiplin soruşturmalarında savunma hakkına ilişkin düzenlemelere titizlikle uyulması, hem hukuka uygunluk hem de adaletin tecellisi açısından büyük önem taşımaktadır.