
Malpraktis Davası Nasıl Açılır?
Sağlık hizmetlerinden kaynaklanan zararlar sonucu açılacak malpraktis davalarında izlenecek yol, hasta-hekim ilişkisinin hukuki niteliği, ispat yükü, zamanaşımı süreleri ve yetkili mahkemeler hakkında bilmeniz gerekenler. Malpraktis davası açmak isteyen kişilerin bilmesi gereken hukuki süreçler ve dikkat edilmesi gereken noktalar.
Malpraktis Davası Nasıl Açılır?
Hasta-Hekim İlişkisinin Hukuki Niteliği
Malpraktis davalarında öncelikle hasta ile hekim arasındaki hukuki ilişkinin doğru tespit edilmesi büyük önem taşır. Bu ilişkinin niteliği, hekimin bağımsız çalışması, özel hastanede veya kamu hastanesinde görev yapması durumlarına göre farklılık göstermektedir. Hukuki ilişkinin doğru tespiti, açılacak davanın taraflarını, ispat yükünü, zamanaşımı sürelerini ve yetkili mahkemeyi belirlemede kritik rol oynar.
Bağımsız Çalışan Hekim ile Hasta İlişkisi
Bağımsız çalışan hekim ile hasta arasındaki hukuki ilişki, Yargıtay kararları ve hukuk doktrininde genel olarak vekalet sözleşmesi niteliğinde kabul edilmektedir. Bu ilişki, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 501/1 ve 502/2 maddeleri kapsamında değerlendirilir. Vekalet sözleşmesinin temel özelliği, vekilin (hekimin) sonucu değil, süreci özenle yürütme yükümlülüğüdür.
Bağımsız çalışan hekim, hastasına karşı tıp biliminin gerektirdiği tüm özeni göstermekle yükümlüdür. Ancak tedavinin başarılı olacağını veya hastanın iyileşeceğini garanti etmek zorunda değildir. Hekim, tedavi sürecini güncel tıbbi standartlara uygun şekilde, özenle yürütmekle sorumludur.
Bu genel kurala bazı istisnalar bulunmaktadır:
- Estetik ameliyatlar, takma diş, takma bacak gibi işlemlerde, hekim ile hasta arasındaki ilişki eser sözleşmesi (TBK m.470) niteliğindedir. Bu tür işlemlerde hekim, belirli bir sonucu taahhüt etmektedir.
- Acil durumlarda hastanın onayı alınamadığında, vekaletsiz iş görme hükümleri uygulanabilir.
Özel Hastane ile Hasta İlişkisi
Özel hastane ile hasta arasındaki hukuki ilişki, doktrinde "hasta kabul sözleşmesi" olarak adlandırılan karma bir sözleşme niteliğindedir. Bu sözleşmede:
- Esas edim olan tıbbi tedavi hizmetleri, vekalet sözleşmesi hükümlerine tabidir.
- Barındırma, beslenme, bakım gibi yan edimler ise ilgili sözleşme tiplerine göre değerlendirilir.
Özel hastanelerde çalışan doktorlar, hastaneye karşı ifa yardımcısı konumundadır. TBK m.116 uyarınca, özel hastane, doktorların ve diğer sağlık personelinin hatalarından kusursuz sorumludur. Bu nedenle, özel hastanede meydana gelen tıbbi uygulama hatalarında, hasta doğrudan hastaneye karşı dava açabilir.
Özel hastanelerde meydana gelen malpraktis durumlarında, hasta dilerse:
- Sadece hastaneye karşı
- Sadece hekime karşı
- Hem hastaneye hem de hekime karşı dava açabilir
Hastane, ödediği tazminat için kusurlu personele rücu hakkına sahiptir. Ancak bu durum, hastanın doğrudan doktora dava açma hakkını ortadan kaldırmaz.
Kamu Hastanesi ile Hasta İlişkisi
Kamu hastaneleri ile hasta arasındaki ilişki, özel hukuk sözleşmesi niteliğinde değil, idare hukuku kapsamında bir ilişkidir. Kamu hastanelerinde hasta, kamu hizmetinden yararlanan konumundadır.
Kamu hastanelerinde görev yapan hekimlerin tıbbi uygulama hatalarından doğan zararlar için, T.C. Anayasası'nın 129. maddesi ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 13. maddesi gereğince, hasta doğrudan doktora karşı dava açamaz. Bu durumda dava, ilgili kamu tüzel kişiliğine (Sağlık Bakanlığı, üniversite vb.) karşı açılmalıdır.
Kamu hastanelerinde meydana gelen malpraktis durumlarında izlenecek yol:
- Zarar gören hasta, tam yargı davası ile idareye başvurmalıdır.
- Dava, idari yargıda (idare mahkemesinde) açılmalıdır.
- İdare, ödediği tazminat için kusurlu personele rücu edebilir.
Kamu hastanelerinde çalışan hekimlerin kişisel kusurlarından kaynaklanan zararlar için, ancak idarenin rücu davası sonucunda hekimin sorumluluğu doğabilir. Hasta, doğrudan hekime karşı adli yargıda tazminat davası açamaz.
Kamu hastanelerinde meydana gelen malpraktis durumlarında, hekimin ağır kusuru veya kişisel kusuru bulunması halinde, Yargıtay'ın bazı kararlarında adli yargının görevli olduğu kabul edilmiştir. Ancak bu durum istisnai niteliktedir ve her somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Hasta-hekim ilişkisinin hukuki niteliğinin doğru tespit edilmesi, malpraktis davalarında başarılı bir sonuç elde edilmesi için büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, malpraktis davası açmak isteyen kişilerin, sağlık hukuku alanında uzmanlaşmış avukatlardan destek almaları tavsiye edilir.
Malpraktis Kavramı ve Türleri
Malpraktis Tanımı
Malpraktis, tıp literatüründe ve hukuk sistemimizde sıkça karşılaşılan bir kavram olup, sağlık profesyonellerinin mesleki uygulamalarında ortaya çıkan hatalar sonucu hastalarda meydana gelen zararları ifade eder. Hekimlik Meslek Etiği Kuralları m.13'te malpraktis, "bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle hastanın zarar görmesi" olarak açıkça tanımlanmıştır. Bu tanım, malpraktisin özünü oluşturan üç temel unsuru vurgulamaktadır: bilgisizlik, deneyimsizlik ve ilgisizlik.
Malpraktis kavramı, Latince "mala praxis" teriminden gelmekte olup, "kötü uygulama" anlamını taşımaktadır. Türk hukuk sisteminde doğrudan "malpraktis" ifadesi yerine genellikle "tıbbi uygulama hatası" veya "doktor hatası" terimleri kullanılmaktadır. Ancak malpraktis sadece doktorların değil, hemşireler, diş hekimleri, eczacılar ve diğer sağlık profesyonellerinin de mesleki uygulamalarında ortaya çıkabilecek hataları kapsamaktadır.
Bir sağlık profesyonelinin eyleminin malpraktis olarak değerlendirilebilmesi için üç temel unsurun bir arada bulunması gerekmektedir:
- Hatalı eylem veya ihmal: Sağlık profesyonelinin tıbbi standartlara uygun olmayan bir eylemde bulunması veya yapması gereken bir eylemi ihmal etmesi.
- Hastada oluşan zarar: Hastanın fiziksel, psikolojik veya ekonomik olarak zarar görmesi.
- Nedensellik bağı: Hatalı eylem veya ihmal ile hastada oluşan zarar arasında doğrudan bir ilişki bulunması.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi'nin E. 1982/7237 K. 1983/1783 T. 14.03.1983 sayılı kararında belirtildiği üzere, doktorun meslek alanındaki tüm kusurları (hafif de olsa) sorumluluk unsuru olarak kabul edilmektedir. Bu karar, hekimlerin mesleki uygulamalarında göstermeleri gereken özenin derecesini vurgulamakta ve hafif kusurların dahi sorumluluk doğurabileceğini ortaya koymaktadır.
Tıbbi Hata Türleri
Tıbbi hatalar, sağlık hizmetlerinin sunumu sırasında ortaya çıkan ve hasta güvenliğini tehdit eden istenmeyen olaylardır. Bu hatalar, farklı şekillerde sınıflandırılabilir, ancak genel olarak aşağıdaki kategorilere ayrılmaktadır:
1. Teşhis Hataları
Teşhis hataları, hastalığın yanlış teşhis edilmesi, teşhisin gecikmesi veya hiç teşhis edilememesi durumlarını kapsar. Bu tür hatalar genellikle şu sebeplerden kaynaklanır:
- Yetersiz muayene: Hastanın yeterince detaylı muayene edilmemesi.
- Laboratuvar testlerinin yanlış yorumlanması: Test sonuçlarının hatalı değerlendirilmesi.
- Gerekli testlerin yapılmaması: Hastalığın teşhisi için gerekli olan testlerin istenmemesi.
- Konsültasyon eksikliği: Gerektiğinde uzman görüşü alınmaması.
2. Tedavi Hataları
Tedavi hataları, doğru teşhis konulmuş olsa bile, tedavi sürecinde yapılan hatalardan oluşur:
- Yanlış ilaç veya doz uygulaması: Hastaya uygun olmayan ilaç verilmesi veya doğru ilacın yanlış dozda uygulanması.
- Tedavinin gecikmesi: Gerekli tedavinin zamanında başlatılmaması.
- Uygun olmayan tedavi yöntemi seçimi: Hastanın durumuna uygun olmayan tedavi yönteminin tercih edilmesi.
- Tedavi takibinin yetersiz yapılması: Tedavi sürecinin düzenli olarak izlenmemesi ve gerekli düzenlemelerin yapılmaması.
3. Cerrahi Hatalar
Cerrahi hatalar, ameliyat öncesi, sırası ve sonrasında ortaya çıkabilir:
- Yanlış taraf cerrahisi: Ameliyatın yanlış organ veya uzuvda gerçekleştirilmesi.
- Yabancı cisim unutulması: Ameliyat sırasında hastanın vücudunda cerrahi alet veya malzeme unutulması.
- Cerrahi teknik hataları: Ameliyat sırasında uygun olmayan cerrahi tekniklerin kullanılması.
- Anestezi hataları: Anestezi uygulamasında yapılan hatalar.
4. İletişim ve Sistem Hataları
Bu tür hatalar, sağlık profesyonelleri arasındaki veya sağlık profesyonelleri ile hasta arasındaki iletişim eksikliğinden ya da sağlık sistemindeki aksaklıklardan kaynaklanır:
- Bilgi aktarımında eksiklik: Sağlık profesyonelleri arasında hasta bilgilerinin doğru ve eksiksiz aktarılmaması.
- Hasta bilgilendirmesinde yetersizlik: Hastanın tedavi süreci, riskleri ve alternatifleri hakkında yeterince bilgilendirilmemesi.
- Sistem kaynaklı hatalar: Hastane sistemindeki aksaklıklar, personel yetersizliği, ekipman eksikliği gibi faktörlerden kaynaklanan hatalar.
Komplikasyon ve Malpraktis Ayrımı
Tıbbi uygulamalarda karşılaşılan istenmeyen sonuçların tümü malpraktis olarak değerlendirilmez. Komplikasyon, tıbbi müdahalenin bilinen ve öngörülebilen, ancak önlenemeyen riskleri olarak tanımlanır. Malpraktis ise, önlenebilir tıbbi hataları ifade eder. Bu iki kavram arasındaki ayrım, hukuki sorumluluk açısından büyük önem taşımaktadır.
Komplikasyon Özellikleri:
- Tıbbi müdahalenin bilinen ve öngörülebilen risklerindendir.
- Tüm önlemlere rağmen ortaya çıkabilir.
- Hekim gerekli özeni göstermiş ve tıbbi standartlara uygun davranmıştır.
- Hastanın bu riskler hakkında önceden bilgilendirilmiş olması gerekir (aydınlatılmış onam).
Malpraktis Özellikleri:
- Tıbbi standartlara uygun olmayan bir uygulama sonucu ortaya çıkar.
- Gerekli özen gösterilseydi önlenebilecek bir durumdur.
- Hekim bilgisizlik, deneyimsizlik veya ilgisizlik göstermiştir.
- Hukuki sorumluluk doğurur.
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nin E. 2019/2716 K. 2019/3692 T. 30.9.2019 sayılı kararında, estetik operasyonlarda hekimin TBK'nın 355. maddesi gereğince sonucu garanti ettiği ve komplikasyonlarda dahi aydınlatma yükümlülüğünün bulunduğu vurgulanmıştır. Bu karar, özellikle estetik cerrahi gibi sonuç taahhüdü içeren tıbbi müdahalelerde, komplikasyon gelişse bile hekimin aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmesi gerektiğini ve bu yükümlülüğün ihlalinin malpraktis olarak değerlendirilebileceğini ortaya koymaktadır.
Komplikasyon ve malpraktis ayrımında belirleyici olan faktörlerden biri de aydınlatılmış onamdır. Hekim, hastayı tıbbi müdahalenin riskleri hakkında yeterince bilgilendirmiş ve hastanın onayını almışsa, öngörülebilir bir risk gerçekleştiğinde bu durum komplikasyon olarak değerlendirilir. Ancak, hasta yeterince bilgilendirilmemişse veya hiç bilgilendirilmemişse, aynı durum malpraktis olarak kabul edilebilir.
Sonuç olarak, bir tıbbi müdahalenin sonucunda ortaya çıkan istenmeyen durumun komplikasyon mu yoksa malpraktis mi olduğunun belirlenmesi, tıbbi standartlara uygunluk, özen yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği ve aydınlatılmış onamın varlığı gibi faktörlere bağlıdır. Bu ayrım, malpraktis davalarında hukuki sorumluluğun tespiti açısından kritik öneme sahiptir.
Malpraktis Davalarında Yargılama Süreci
Malpraktis davalarında yargılama süreci, tıbbi uygulama hatalarından kaynaklanan zararların tazmin edilmesi amacıyla başlatılan hukuki süreçtir. Bu süreç, davanın taraflarının belirlenmesinden, ispat yükünün kimde olduğuna, zamanaşımı sürelerinden yetkili ve görevli mahkemenin tespitine kadar birçok önemli aşamayı içermektedir. Sağlık hukuku alanında özel bir uzmanlık gerektiren bu davaların doğru şekilde yürütülmesi, mağdurların haklarını elde edebilmeleri açısından büyük önem taşımaktadır.
Davanın Tarafları
Malpraktis davalarında tarafların belirlenmesi, hekimin çalışma statüsüne göre farklılık göstermektedir. Bu durum, davanın kime karşı açılacağını doğrudan etkilemektedir.
Kamuda çalışan doktorlar için durum özellik arz etmektedir. Kamu hastanelerinde veya üniversite hastanelerinde görev yapan hekimlere karşı doğrudan dava açılamaz. T.C. Anayasası'nın 129. maddesi ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 13. maddesi gereğince, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, ancak idareye karşı açılabilir. Bu durumda dava, hekimin bağlı olduğu Sağlık Bakanlığı, üniversite veya ilgili kamu kurumu aleyhine açılmalıdır. İdare ödediği tazminat için kusurlu personele rücu edebilir.
Özel sağlık kurumlarında çalışan doktorlar için ise durum farklıdır. Bu durumda hasta, doğrudan doktora karşı dava açabileceği gibi, doktorun çalıştığı özel sağlık kuruluşuna karşı da dava açabilir. Hatta her ikisine karşı birlikte de dava açılması mümkündür. Özel hastaneler, bünyelerinde çalışan doktorların hatalarından TBK m.116 uyarınca "ifa yardımcısı" sıfatıyla kusursuz sorumludur. Bu davalar, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında tüketici mahkemelerinde görülür.
Bağımsız çalışan hekimler ise doğrudan davanın tarafı olurlar ve kendilerine karşı dava açılır.
İspat Yükü
Malpraktis davalarında ispat yükü, genel kural olarak HMK m.190 uyarınca davacıya aittir. Bu maddeye göre, "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir." Dolayısıyla, tıbbi uygulama hatasının varlığını, bu hatanın kendisine zarar verdiğini ve hata ile zarar arasında illiyet bağı bulunduğunu ispat etme yükümlülüğü hastaya (davacıya) aittir.
Ancak bu genel kuralın önemli bir istisnası vardır: Aydınlatılmış onamın alındığının ispatı. Yargıtay'ın yerleşik içtihatları ve doktrin görüşleri uyarınca, hastanın rızasının alındığını ispat yükümlülüğü doktora aittir. Hekim, hastayı yapılacak tıbbi müdahale, riskleri, alternatifleri ve olası sonuçları hakkında yeterince bilgilendirdiğini ve hastanın aydınlatılmış onamını aldığını ispat etmekle yükümlüdür.
Malpraktis davalarında ispat araçları arasında tıbbi kayıtlar, hasta dosyaları, görüntüleme sonuçları, laboratuvar raporları, tanık beyanları ve özellikle bilirkişi raporları büyük önem taşır. Mahkemeler genellikle Adli Tıp Kurumu veya üniversitelerin ilgili anabilim dallarından bilirkişi raporu talep ederek tıbbi hatanın varlığını ve kusur oranını tespit etmeye çalışırlar.
Zamanaşımı Süreleri
Malpraktis davalarında zamanaşımı süreleri, davanın dayandığı hukuki ilişkinin niteliğine göre değişiklik gösterir. Bu sürelerin doğru hesaplanması, hak kaybına uğramamak açısından kritik öneme sahiptir.
Vekalet sözleşmesine dayanan malpraktis davalarında, TBK m.147/5 gereğince zamanaşımı süresi 5 yıldır. Bağımsız çalışan hekimlerle hasta arasındaki ilişki genellikle vekalet sözleşmesi niteliğinde olduğundan, bu tür davalarda 5 yıllık zamanaşımı süresi uygulanır.
Eser sözleşmesine dayanan malpraktis davalarında da TBK m.147/6 uyarınca zamanaşımı süresi 5 yıldır. Estetik ameliyatlar, takma diş, protez gibi işlemler eser sözleşmesi kapsamında değerlendirildiğinden, bu tür davalarda da 5 yıllık zamanaşımı süresi geçerlidir. Ancak TBK m.478'e göre, yüklenicinin ağır kusuru varsa, zamanaşımı süresi 20 yıla kadar uzayabilir.
Haksız fiil hükümlerine dayanan malpraktis davalarında ise TBK m.72 gereğince zamanaşımı süresi, zararın ve tazminat yükümlüsünün öğrenildiği tarihten itibaren 2 yıl ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren 10 yıldır. Zarar, daha sonra ortaya çıkmışsa, bu durumda 10 yıllık süre, zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren işlemeye başlar.
Yetkili ve Görevli Mahkeme
Malpraktis davalarında yetkili ve görevli mahkemenin belirlenmesi, davanın dayandığı hukuki ilişkiye ve hekimin çalışma statüsüne göre farklılık gösterir.
Görevli mahkeme açısından:
- Eser veya vekalet sözleşmesine dayanan malpraktis davaları, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında tüketici mahkemelerinde görülür.
- Haksız fiile dayanan malpraktis davaları ise asliye hukuk mahkemelerinde görülür.
- Kamu hastanelerinde meydana gelen tıbbi uygulama hatalarından kaynaklanan davalar, idare mahkemelerinde görülür.
Yetkili mahkeme açısından ise:
- Genel yetkili mahkeme, davalının yerleşim yeri mahkemesidir.
- Sözleşmeye dayalı davalarda, tıbbi uygulamanın gerçekleştiği yer mahkemesi de yetkilidir.
- Haksız fiil davalarında, fiilin işlendiği yer, zararın meydana geldiği yer veya zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.
Malpraktis davalarının karmaşık yapısı ve özel uzmanlık gerektirmesi nedeniyle, bu tür davalarda sağlık hukuku alanında uzmanlaşmış avukatlardan destek alınması, hak kaybına uğramamak ve davanın doğru şekilde yürütülmesini sağlamak açısından büyük önem taşımaktadır. Doğru mahkemede, zamanında ve gerekli delillerle açılan bir dava, tıbbi uygulama hatası mağdurlarının haklarını elde etmelerini kolaylaştıracaktır.
Aydınlatılmış Onam ve Malpraktis Davaları
Aydınlatılmış Onamın Hukuki Önemi
Aydınlatılmış onam, tıbbi müdahalelerde hastanın kendi geleceğini belirleme hakkının en temel göstergesidir. Bu kavram, hastanın kendisine uygulanacak tıbbi işlem hakkında yeterli bilgiye sahip olarak, özgür iradesiyle karar vermesini ifade eder. Türk hukuk sisteminde aydınlatılmış onam, hem ulusal hem de uluslararası düzenlemelerle koruma altına alınmıştır.
Türk Borçlar Kanunu'nun 510. maddesi, vekil sıfatıyla hareket eden hekimin, hastanın zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek zorunda olduğunu açıkça düzenlemektedir. Bu yükümlülük, sadece tıbbi müdahalenin teknik açıdan doğru yapılmasını değil, aynı zamanda hastanın müdahale öncesinde yeterli şekilde bilgilendirilmesini de kapsamaktadır.
Aydınlatılmış onamın uluslararası hukuktaki en önemli dayanağı, Türkiye'nin de taraf olduğu Biyotıp Sözleşmesi'dir. Bu sözleşmenin 5. maddesi, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabileceğini hükme bağlamıştır. Bu düzenleme, aydınlatılmış onamın evrensel bir hasta hakkı olduğunu göstermektedir.
Aydınlatılmış onam kapsamında hekim, hastaya şu konularda bilgi vermekle yükümlüdür:
- Hastalığın tanısı ve muhtemel seyri
- Önerilen tedavi yönteminin içeriği ve kapsamı
- Tedavinin başarı şansı ve süresi
- Tedavi yönteminin riskleri ve olası yan etkileri
- Alternatif tedavi yöntemleri ve bunların riskleri
- Tedavinin reddedilmesi durumunda ortaya çıkabilecek sonuçlar
Bu bilgilendirme, hastanın anlayabileceği bir dilde, tıbbi terimlerden mümkün olduğunca arındırılmış şekilde yapılmalıdır. Aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi, hekimin hukuki sorumluluğunu doğuran önemli bir malpraktis nedenidir.
Aydınlatılmış Onamda İspat Yükü
Malpraktis davalarında aydınlatılmış onamın alınıp alınmadığı, davanın sonucunu doğrudan etkileyebilecek kritik bir husustur. Türk yargı sistemi, aydınlatılmış onamın alındığını ispat yükünü hekim veya sağlık kuruluşuna yüklemiştir. Bu yaklaşım, Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarıyla da desteklenmektedir.
İspat yükünün hekime ait olması, hasta lehine bir düzenlemedir. Çünkü hastanın, negatif bir olgu olan "bilgilendirilmediğini" ispatlaması oldukça güçtür. Buna karşılık hekim, hastayı bilgilendirdiğini ve onamını aldığını yazılı belgelerle çok daha kolay ispatlayabilir.
Aydınlatılmış onamın ispatında en güvenilir yöntem, detaylı bir onam formunun hasta tarafından imzalanmasıdır. Ancak Yargıtay kararlarına göre, matbu formların imzalatılması tek başına yeterli değildir. Onam formunun içeriği, hastanın özel durumuna uygun olmalı ve yapılacak müdahalenin tüm risk ve komplikasyonlarını içermelidir.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi'nin E. 2016/26894 K. 2018/8072 T. 18.09.2018 tarihli kararında belirtildiği üzere, "hastanın salt işleme rıza göstermesi yeterli değildir". Aydınlatma, hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna uygun olmalıdır. Bu karar, aydınlatılmış onamın kişiselleştirilmiş olması gerektiğini vurgulamaktadır.
Ayrıca, aydınlatmanın zamanlaması da önemlidir. Bilgilendirme, hastanın serbestçe karar verebilmesine olanak tanıyacak bir süre önce yapılmalıdır. Ameliyat masasında veya sedasyon altındayken alınan onamlar, hukuken geçerli kabul edilmemektedir.
Emsal Yargı Kararları
Aydınlatılmış onam konusunda Türk yargı organlarının verdiği kararlar, malpraktis davalarında yol gösterici niteliktedir. Bu kararlar, hem hekimlere hem de hastalara hukuki durumlarını değerlendirme imkanı sunmaktadır.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi'nin E. 2016/23372 K. 2019/12469 T. 12.12.2019 tarihli kararı, aydınlatılmış onam açısından önemli ilkeler ortaya koymuştur. Bu kararda Yargıtay, "komplikasyon olmasının aydınlatma yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağını" açıkça belirtmiştir. Yani bir tıbbi müdahale sırasında ortaya çıkan istenmeyen durumun komplikasyon olarak nitelendirilmesi, hekimi aydınlatma yükümlülüğünden kurtarmamaktadır. Hasta, olası komplikasyonlar hakkında önceden bilgilendirilmelidir.
Anayasa Mahkemesi'nin Başvuru No: 2017/17753, K.T: 10/2/2021 tarihli kararı da malpraktis davalarında önemli bir emsal teşkil etmektedir. Bu kararda, hatalı iğne uygulaması sonucu hastanın maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine hükmedilmiştir. Mahkeme, olayda siyatik nörotapinin enjeksiyonun mutat bir komplikasyonu olmadığını, bunun yanlış ve kötü uygulama olduğunu belirtmiştir. Bu karar, komplikasyon ile malpraktis ayrımına ışık tutması açısından değerlidir.
Yargıtay'ın bir başka önemli kararı, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alınan onamın geçersiz olduğunu vurgulamaktadır. Bu durum, aydınlatılmış onamın sadece şekli bir gereklilik olmadığını, hastanın gerçek anlamda bilgilendirilmiş ve özgür iradesini yansıtması gerektiğini göstermektedir.
Sonuç
Malpraktis davalarında aydınlatılmış onam, hem hasta haklarının korunması hem de hekimlerin hukuki sorumluluklarının belirlenmesi açısından kritik öneme sahiptir. Türk hukuk sistemi, aydınlatılmış onamın alınmasını hekimin yükümlülüğü olarak kabul etmekte ve bu yükümlülüğün yerine getirildiğinin ispatını da hekime yüklemektedir. Yargı kararları, aydınlatılmış onamın şekli bir işlemden ibaret olmadığını, hastanın anlayabileceği şekilde, kişiselleştirilmiş bir bilgilendirme süreci olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Malpraktis davası açmayı düşünen hastaların, aydınlatılmış onam konusundaki haklarını bilmeleri, hekimlerin ise bu yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirmeleri, hem hasta-hekim ilişkisinin sağlıklı yürütülmesi hem de olası hukuki uyuşmazlıkların önlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır.