Zilyetlik ve Mülkiyet Farkları

Zilyetlik ve Mülkiyet Farkları

Eşya hukukunun temel kavramlarından olan zilyetlik ve mülkiyet, günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız ancak çoğu zaman birbirine karıştırılan iki önemli hukuki kavramdır. Bu makalede, zilyetlik ve mülkiyet arasındaki temel farklar, zilyetliğin özellikleri, kazanılma yolları, türleri ve korunmasına ilişkin hukuki düzenlemeler ele alınmaktadır. Ayrıca, modern hukuk sistemlerinde mülkiyet kavramının genişleyen kapsamı ve taşınmazların tescilinde zilyetliğin rolü incelenmektedir.

Zilyetlik ve Mülkiyet Kavramları

Eşya hukukunun temel taşlarından olan zilyetlik ve mülkiyet kavramları, günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız ancak çoğu zaman birbiriyle karıştırılan iki önemli hukuki kavramdır. Bu iki kavram arasındaki farkların anlaşılması, hem hukuki işlemlerde hem de günlük yaşamda karşılaşılabilecek sorunların çözümünde büyük önem taşımaktadır.

Zilyetlik Nedir?

Zilyetlik, Türk Medeni Kanunu'nda düzenlenen ve eşya hukukunun temel kavramlarından biridir. Zilyetlik, bir eşya üzerinde fiili hakimiyeti elinde bulunduran kişinin durumunu ifade eder. Başka bir deyişle, bir eşyayı fiilen kullanma, yararlanma ve o eşya üzerinde tasarrufta bulunma imkanına sahip olan kişi, o eşyanın zilyedidir.

Zilyetlik kavramının anlaşılması için iki temel unsurun bilinmesi gerekir:

  • Maddi Unsur (Corpus): Eşya üzerinde fiili hakimiyet kurabilecek durumda olmayı ifade eder. Bu hakimiyetin sürekli olması gerekir, ancak eşyanın sürekli olarak kişinin elinin altında olması şart değildir. Örneğin, bir kişi üzerindeki saatin, park ettiği arabanın ve hatta kiraya verdiği evin zilyedidir.

  • Manevi Unsur (Animus): Eşya üzerinde fiili hakimiyete sahip olma iradesini ifade eder. Kişinin o eşyayı kendisi için veya başkası adına elinde bulundurma niyeti bu kapsamda değerlendirilir.

Zilyetlik, bir hak değil, hukuki bir durum olarak kabul edilir. Bu nedenle, bir eşyanın zilyedi olmak, o eşyanın maliki (sahibi) olmak anlamına gelmez. Örneğin, kiracı kiraladığı evin zilyedidir, ancak maliki değildir.

Mülkiyet Nedir?

Mülkiyet, bir mal üzerindeki hak sahipliğini ifade eden hukuki bir kavramdır. Mülkiyet hakkı, sahibine o mal üzerinde en geniş yetkileri sağlayan ayni bir haktır. Malik (mülkiyet hakkı sahibi), malı üzerinde kanunların çizdiği sınırlar içerisinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir.

Mülkiyet hakkı, sahibine şu temel yetkileri sağlar:

  • Kullanma (Usus): Malı fiziksel olarak kullanabilme yetkisi
  • Yararlanma (Fructus): Maldan ekonomik olarak yararlanabilme, gelir elde edebilme yetkisi
  • Tasarruf (Abusus): Malı satma, bağışlama, değiştirme veya yok etme yetkisi

Mülkiyet hakkı, Türk Medeni Kanunu'nda düzenlenmiş olup, Anayasa tarafından da güvence altına alınmıştır. Mülkiyet hakkı, kişinin malvarlığının en önemli unsurlarından biridir ve kamu yararı olmadıkça ve karşılığı peşin ödenmedikçe kısıtlanamaz veya ortadan kaldırılamaz.

Günümüzde mülkiyet kavramı, klasik taşınır ve taşınmaz eşya anlayışının ötesine geçmiş, ekonomik değer taşıyan birçok varlık da mülkiyet kapsamında değerlendirilmeye başlanmıştır. Örneğin, fikri mülkiyet hakları, emisyon hakları gibi maddi olmayan varlıklar da modern hukuk sistemlerinde mülkiyet hakkının konusunu oluşturabilmektedir.

Temel Farklar

Zilyetlik ve mülkiyet arasındaki temel farkları şu şekilde sıralayabiliriz:

  1. Hukuki Nitelik: Zilyetlik bir hukuki durum iken, mülkiyet bir haktır.

  2. Kapsam: Zilyetlik fiili hakimiyeti ifade ederken, mülkiyet hukuki hakimiyeti ifade eder.

  3. Koruma: Zilyetlik, fiili durumun korunmasına yönelik daha kısa süreli ve geçici koruma sağlarken, mülkiyet hakkı daha kapsamlı ve kalıcı bir koruma sağlar.

  4. İlişki: Her malik aynı zamanda zilyet olabilirken, her zilyet malik olmayabilir. Örneğin, kiracı, emanetçi veya ödünç alan kişi zilyet olabilir ancak malik değildir.

  5. Kazanma Yolları: Zilyetlik fiili bir durum olduğu için aslen, devren, tesisen veya miras yoluyla kazanılabilirken, mülkiyet hakkı daha sıkı şartlara bağlı olarak kazanılır.

Türk Medeni Kanunu'nun 988. maddesi, zilyetlik ve mülkiyet arasındaki ilişkiye dair önemli bir düzenleme içermektedir: "Bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden o şey üzerinde iyiniyetle mülkiyet veya sınırlı ayni hak edinen kimsenin edinimi, zilyedin bu tür tasarruflarda bulunma yetkisi olmasa bile korunur." Bu madde, iyiniyetli üçüncü kişilerin korunmasını amaçlamakta ve zilyetliğin mülkiyetin dışa yansıyan görünümü olduğu düşüncesine dayanmaktadır.

Zilyetlik ve mülkiyet arasındaki bu farkların anlaşılması, günlük hayatta karşılaşılan birçok hukuki sorunun çözümünde yol gösterici olacaktır. Özellikle taşınır ve taşınmaz mallara ilişkin uyuşmazlıklarda, kiralama, ödünç verme, emanet bırakma gibi işlemlerde bu kavramların doğru anlaşılması büyük önem taşımaktadır.

Zilyetliğin Unsurları ve Türleri

Eşya hukukunun temel kavramlarından biri olan zilyetlik, bir eşya üzerindeki fiili hakimiyeti ifade eder. Türk Medeni Kanunu'nda düzenlenen bu kavram, mülkiyetten farklı olarak bir hak değil, hukuki bir durum olarak karşımıza çıkar. Zilyetliğin tam olarak anlaşılabilmesi için öncelikle unsurlarının ve çeşitlerinin detaylı incelenmesi gerekmektedir.

Maddi ve Manevi Unsurlar

Zilyetlik, iki temel unsurdan oluşur: maddi unsur ve manevi unsur. Bu unsurların bir arada bulunması, zilyetliğin hukuki olarak tanınması için zorunludur.

Maddi Unsur (Corpus), eşya üzerinde fiili hakimiyet kurabilme yeteneğini ifade eder. Bu unsur, kişinin eşyayı kontrol edebilme, kullanabilme ve yönetebilme gücünü gösterir. Maddi unsurun varlığı için eşyanın mutlaka kişinin elinin altında olması şart değildir. Örneğin, bir kişi evinde bulunmadığı zamanlarda da evinin zilyedidir. Benzer şekilde, park ettiği arabanın veya kiraya verdiği evin de zilyedidir.

Maddi unsurun önemli bir özelliği, fiili hakimiyetin devamlılık taşıması gerekliliğidir. Geçici veya anlık kontrol, zilyetlik için yeterli değildir. Ayrıca, fiili hakimiyetin toplum tarafından da tanınabilir olması gerekir. Bu, zilyetliğin sosyal bir boyutu olduğunu gösterir.

Manevi Unsur (Animus) ise, eşya üzerinde fiili hakimiyete sahip olma iradesini ifade eder. Kişinin eşyayı kendi kontrolü altında tutma niyeti, zilyetliğin manevi unsurunu oluşturur. Bu irade, eşyayı kendisi için veya başkası adına elinde bulundurma şeklinde olabilir.

Manevi unsur, zilyetliği basit bir fiziksel temastan ayıran en önemli faktördür. Örneğin, bir kişinin çantasını taşıyan hamal, çanta üzerinde fiziksel kontrole sahip olsa da, çantanın zilyedi değildir; çünkü çantayı kendi adına değil, sahibi adına taşımaktadır.

Zilyetliğin hukuki sonuçlar doğurabilmesi için her iki unsurun da bir arada bulunması gerekir. Sadece maddi hakimiyet veya sadece zilyetlik iradesi, zilyetliğin oluşması için yeterli değildir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 247. maddesi, zilyetliğin ceza hukuku açısından da önemli olduğunu göstermektedir. Bu maddeye göre, zimmet suçunun oluşması için kamu görevlisinin görevi nedeniyle zilyetliği altında bulunan malı kendisine veya başkasına mal etmesi gerekmektedir. Bu düzenleme, zilyetlik kavramının sadece özel hukuk değil, ceza hukuku açısından da önemli sonuçlar doğurduğunu göstermektedir.

Zilyetlik Çeşitleri

Zilyetlik, farklı kriterlere göre çeşitli türlere ayrılmaktadır. Bu sınıflandırmalar, zilyetliğin hukuki niteliğini ve sonuçlarını belirlemede önemli rol oynar.

1. Asli-Fer'i Zilyetlik

Asli zilyetlik, bir eşya üzerinde doğrudan ve kendi adına hakimiyet kuran kişinin zilyetliğidir. Asli zilyet, eşyayı kendi menfaati için elinde bulundurur. Örneğin, bir ev sahibi, evinin asli zilyedidir.

Fer'i zilyetlik ise, eşya üzerindeki hakimiyeti başka bir zilyetten alan ve bu hakimiyeti belirli bir hukuki ilişki çerçevesinde kullanan kişinin zilyetliğidir. Fer'i zilyet, eşyayı asli zilyedin tanıdığı bir hak çerçevesinde elinde bulundurur. Örneğin, bir kiracı, kiraladığı evin fer'i zilyedidir. Kiracı, evi kullanma hakkını ev sahibinden (asli zilyetten) almıştır.

2. Dolaylı-Dolaysız Zilyetlik

Dolaysız zilyetlik, eşya üzerindeki fiili hakimiyeti doğrudan kullanan kişinin zilyetliğidir. Dolaysız zilyet, eşyayı fiilen elinde bulundurur ve üzerinde doğrudan kontrol sağlar. Örneğin, bir kişi kullandığı arabanın dolaysız zilyedidir.

Dolaylı zilyetlik ise, eşya üzerindeki hakimiyeti başkası aracılığıyla kullanan kişinin zilyetliğidir. Dolaylı zilyet, eşyayı fiilen elinde bulundurmaz, ancak eşya üzerinde hukuki bir hakimiyete sahiptir. Örneğin, bir ev sahibi, evini kiraya verdiğinde, evin dolaylı zilyedi olur; çünkü ev üzerindeki hakimiyetini kiracı aracılığıyla kullanmaktadır.

3. Tek Başına-Birlikte Zilyetlik

Tek başına zilyetlik, bir kişinin bir eşya üzerinde tek başına hakimiyet kurduğu zilyetlik türüdür. Örneğin, bir kişinin kendi kullandığı bilgisayarı üzerindeki zilyetliği, tek başına zilyetliktir.

Birlikte zilyetlik ise, birden fazla kişinin aynı eşya üzerinde hakimiyet kurduğu zilyetlik türüdür. Birlikte zilyetlik, müşterek zilyetlik ve elbirliği zilyetliği olmak üzere ikiye ayrılır:

  • Müşterek Zilyetlik: Birden fazla kişinin bir eşya üzerinde belirli paylarla hakimiyet kurduğu zilyetlik türüdür. Örneğin, paylı mülkiyete konu bir taşınmazın paydaşları, taşınmaz üzerinde müşterek zilyettirler.

  • Elbirliği Zilyetliği: Birden fazla kişinin bir eşya üzerinde belirli paylar olmaksızın, bir bütün olarak hakimiyet kurduğu zilyetlik türüdür. Örneğin, bir aile şirketinin ortakları, şirket malları üzerinde elbirliği ile zilyettirler.

4. Hakka Dayanan-Dayanmayan Zilyetlik

Hakka dayanan zilyetlik, bir hukuki sebebe dayanan zilyetliktir. Zilyet, eşya üzerindeki hakimiyetini bir hak veya hukuki ilişkiye dayanarak kullanır. Örneğin, bir malik, mülkiyet hakkına dayanarak eşyanın zilyedidir. Benzer şekilde, bir kiracı, kira sözleşmesine dayanarak kiralanan eşyanın zilyedidir.

Hakka dayanmayan zilyetlik ise, herhangi bir hukuki sebebe dayanmayan zilyetliktir. Zilyet, eşya üzerindeki hakimiyetini hukuki bir dayanağı olmaksızın kullanır. Örneğin, bir hırsızın çaldığı eşya üzerindeki zilyetliği, hakka dayanmayan zilyetliktir.

Zilyetliğin bu farklı türleri, hukuki uyuşmazlıklarda zilyetliğin niteliğini ve sonuçlarını belirlemede önemli rol oynar. Özellikle mülkiyet iddialarında, zilyetliğin türü ve niteliği, ispat yükünün dağılımını ve uygulanacak hukuki kuralları etkileyebilir.

Zilyetliğin Kazanılması ve Korunması

Zilyetlik, eşya hukuku kapsamında önemli bir kavram olup, bir eşya üzerindeki fiili hakimiyeti ifade eder. Bu fiili hakimiyetin nasıl kazanıldığı ve korunduğu, hukuki açıdan büyük önem taşımaktadır. Bu bölümde, zilyetliğin kazanılma yolları, zilyetliğin korunması için açılabilecek davalar ve bu davalara ilişkin hak düşürücü süreler detaylı olarak incelenecektir.

Zilyetlik Kazanma Yolları

Türk Medeni Kanunu'na göre zilyetlik dört farklı yolla kazanılabilir:

1. Aslen Kazanma: Zilyetliğin aslen kazanılması, kişinin kendi iradesiyle ve başkasının rızası olmaksızın bir eşya üzerinde fiili hakimiyet kurmasıdır. Bu kazanma şeklinde, önceki bir zilyedin varlığı söz konusu değildir veya önceki zilyedin rızası aranmaz. Örneğin, sahipsiz bir eşyanın ele geçirilmesi, av hayvanlarının avlanması veya doğal ürünlerin toplanması aslen kazanma yollarıdır.

2. Devren Kazanma: Zilyetliğin devren kazanılması, mevcut bir zilyedin zilyetliğini bilerek ve isteyerek başka bir kişiye devretmesi durumudur. Bu kazanma şeklinde, önceki zilyedin rızası ve işbirliği esastır. Devren kazanma, eşyanın fiziki teslimi (teslim yoluyla devir) veya eşyanın fiziki teslimi olmaksızın (hükmen teslim, kısa elden teslim, zilyetliğin havalesi) gerçekleşebilir.

3. Tesisen Kazanma: Zilyetliğin tesisen kazanılması, mevcut zilyedin kendi zilyetliğini koruyarak, aynı eşya üzerinde başka bir kişi için de zilyetlik tanıması durumudur. Bu durumda, eşya üzerinde birden fazla zilyetlik ilişkisi kurulur. Örneğin, bir ev sahibinin evini kiraya vermesi durumunda, ev sahibi dolaylı zilyet, kiracı ise dolaysız zilyet olur.

4. Miras Yoluyla Kazanma: Zilyetlik, miras bırakanın ölümüyle birlikte, kanun gereği kendiliğinden mirasçılara geçer. Mirasçılar, miras bırakanın zilyetliğini, miras bırakanın ölüm anında kazanırlar. Bu kazanma şekli, diğer kazanma yollarından farklı olarak, fiili hakimiyetin kurulmasını gerektirmez.

Zilyetlik Davaları

Zilyetlik, hukuk düzeni tarafından korunan bir durumdur. Zilyetliğe yönelik haksız müdahaleler karşısında, zilyet, zilyetliğini korumak için çeşitli davalar açabilir. Bu davalar, zilyetliğin gasp edilmesi veya zilyetliğe saldırıda bulunulması durumlarına göre farklılık gösterir:

1. Gasptan Doğan Davalar: Zilyetliğin gasp edilmesi, zilyedin rızası olmaksızın eşya üzerindeki fiili hakimiyetinin tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Gasp durumunda zilyet, eşyanın iadesi ve uğradığı zararın tazminini talep edebilir. Örneğin, bir kişinin evinden eşyalarının çalınması durumunda, ev sahibi (zilyet) çalınan eşyaların iadesini ve uğradığı zararın tazminini talep edebilir.

2. Saldırıdan Doğan Davalar: Zilyetliğe saldırı, zilyedin eşya üzerindeki fiili hakimiyetini tamamen ortadan kaldırmamakla birlikte, bu hakimiyeti kullanmasını zorlaştıran veya engelleyen müdahalelerdir. Saldırı durumunda zilyet, saldırının sonlandırılmasını, tekrarlanmamasını ve uğradığı zararın tazminini talep edebilir. Örneğin, bir kişinin arazisine izinsiz giren ve orada kamp kuran kişilere karşı, arazi sahibi (zilyet) bu müdahalenin sonlandırılmasını ve tekrarlanmamasını talep edebilir.

Zilyetlik davaları, zilyetliğin korunmasına yönelik olup, mülkiyet hakkının varlığını veya yokluğunu ispat etmeye yönelik değildir. Bu davalarda, davacının zilyet olduğunu ve zilyetliğine haksız bir müdahalede bulunulduğunu ispatlaması yeterlidir.

Hak Düşürücü Süreler

Zilyetliğin korunmasına yönelik davaların açılabilmesi için, kanunda belirli hak düşürücü süreler öngörülmüştür. Bu süreler, zilyetliğe yönelik haksız müdahalelerin uzun süre dava konusu yapılmasını engelleyerek, hukuki güvenliği sağlamayı amaçlar.

Türk Medeni Kanunu'na göre, zilyetliğe yönelik saldırı ve gasp durumlarında, fiili ve faili öğrenmeden itibaren 2 ay, her halde fiilin üzerinden 1 yıl geçmekle dava hakkı düşer. Bu süreler, hak düşürücü süreler olup, hakim tarafından re'sen dikkate alınır ve sürelerin geçmesiyle birlikte dava hakkı tamamen ortadan kalkar.

Örneğin, bir kişinin arazisine izinsiz giren ve orada kamp kuran kişileri ve bu durumu 1 Ocak 2023 tarihinde öğrenen arazi sahibi, bu müdahaleye karşı zilyetlik davası açmak istiyorsa, en geç 1 Mart 2023 tarihine kadar (fiili ve faili öğrenmeden itibaren 2 ay içinde) dava açmalıdır. Eğer arazi sahibi, müdahaleyi ve müdahalede bulunan kişileri daha geç öğrense bile, müdahalenin gerçekleştiği tarihten itibaren 1 yıl geçtikten sonra dava açamaz.

Bu hak düşürücü süreler, zilyetliğin korunmasına yönelik davaların hızlı bir şekilde sonuçlandırılmasını ve uzun süre belirsizlik yaşanmamasını sağlar. Ayrıca, zilyetliğe yönelik haksız müdahalelerin kısa sürede dava konusu yapılmasını teşvik ederek, delillerin zamanında toplanmasını ve adil bir yargılama yapılmasını kolaylaştırır.

Taşınmazlarda Zilyetlik ve Tescil

Taşınmazlar üzerindeki hakların kazanılması ve korunması, Türk hukuk sisteminde özel bir öneme sahiptir. Tapu sicili sisteminin esas olduğu ülkemizde, bazı durumlarda zilyetlik de taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu bölümde, taşınmazlarda zilyetliğin nasıl kazandırıcı bir etkiye sahip olduğu ve tapu-kadastro işlemlerindeki yeri incelenecektir.

Kazandırıcı Zilyetlik

Kazandırıcı zilyetlik, bir taşınmazın belirli koşullar altında uzun süre zilyetliğinde bulunduran kişinin, o taşınmazın mülkiyetini kazanabilmesini sağlayan hukuki bir kurumdur. Türk Medeni Kanunu'nun 713/1 maddesi, bu konudaki temel düzenlemeyi içermektedir. Bu maddeye göre, tapuda kayıtlı olmayan bir taşınmazı 20 yıl süreyle malik sıfatıyla, nizasız ve fasılasız olarak zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın mülkiyetinin adına tescilini talep edebilir.

Kazandırıcı zilyetliğin gerçekleşebilmesi için bazı temel şartların varlığı gerekmektedir:

  • Taşınmazın tapuda kayıtlı olmaması veya tapuda kayıtlı olup da maliki ölmüş ve mirasçıları bilinmiyor olması
  • Zilyetliğin malik sıfatıyla kullanılması
  • Zilyetliğin nizasız ve fasılasız olarak 20 yıl sürmesi
  • Taşınmazın özel mülkiyete elverişli olması

Burada özellikle vurgulanması gereken husus, zilyetliğin "malik sıfatıyla" olması gerekliliğidir. Yani kişi, taşınmazı kendi malı gibi kullanmalı, üzerinde tasarrufta bulunmalı ve taşınmazın bakımını üstlenmelidir. Kiracı, yediemin veya vekil gibi başkası adına zilyetlik kuran kişiler, kazandırıcı zilyetlikten yararlanamazlar.

3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. maddesi de kazandırıcı zilyetlik konusunda önemli düzenlemeler içermektedir. Bu madde, kadastro çalışmaları sırasında taşınmazların kimin adına tespit ve tescil edileceğine ilişkin kuralları belirlemektedir. Kanun, tapusuz taşınmazlarda zilyetliğin ispatı için vergi kaydı ve zilyetlik belgesi gibi belgeleri kabul etmektedir.

Yargıtay'ın 05-05-2021 tarih ve 700 sayılı kararında belirtildiği üzere, orman kadastrosunun kesinleştiği tarihten itibaren olağanüstü kazandırıcı zamanaşımının dolması durumunda da tescil istenebilmektedir. Bu karar, orman sınırları dışına çıkarılan arazilerin hukuki durumuna açıklık getirmesi bakımından önemlidir.

Tapu ve Kadastro İşlemleri

Taşınmazların tescili, Türk hukuk sisteminde tapu sicili aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Kazandırıcı zilyetliğe dayalı tescil talepleri, ya doğrudan tapu müdürlüklerine ya da mahkemeler aracılığıyla yapılabilmektedir.

TMK 713/3 maddesi, taşınmaz tescil davalarında husumetin Hazine ve ilgili Kamu Tüzel Kişiliğine birlikte yöneltilmesinin zorunlu olduğunu belirtmektedir. Bu düzenleme, kamu mallarının korunması amacıyla getirilmiştir. Özellikle tapusuz taşınmazların mülkiyetinin kural olarak Hazine'ye ait olduğu kabul edildiğinden, tescil davalarında Hazine'nin taraf olması gerekmektedir.

Kadastro çalışmaları sırasında, taşınmazların kimin adına tespit ve tescil edileceği 3402 sayılı Kadastro Kanunu'na göre belirlenmektedir. Kanunun 14/E maddesi uyarınca, tasdiksiz yoklama kayıtları zilyetlik belgesi niteliğindedir. Bu belgeler, tek başına mülkiyeti ispat etmese de zilyetliğin varlığına karine oluşturmaktadır.

Tapu ve kadastro işlemlerinde dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan biri de köy boşluklarının durumudur. Köy boşlukları mülkiyeti Hazine'ye ait olmakla birlikte, zilyetlik yoluyla kazanılabilmektedir. Ancak bunun için gerekli şartların eksiksiz olarak gerçekleşmesi gerekmektedir.

Taşınmazın imar planı içinde kalması, eğer kesinleşen ve onaylanan imar planından önce kazanma koşulları gerçekleşmişse, tescile engel değildir. Bu durum, Yargıtay kararlarıyla da teyit edilmiştir.

Taşınmazlardaki zilyetlik uyuşmazlıklarında, bilirkişi raporları, taşınmazın kullanım durumu ve bakım koşulları büyük önem taşımaktadır. Mahkemeler, zilyetliğin varlığını ve niteliğini tespit ederken bu delillere başvurmaktadır.

Taşınmazların tescilinde zilyetliğin rolü, özellikle tapusuz taşınmazların hukuki durumunun belirlenmesinde kritik öneme sahiptir. Türk hukuk sistemi, bir yandan tapu sicilinin güvenilirliğini korurken, diğer yandan da fiili durumların belirli koşullar altında hukuki sonuç doğurmasına imkân tanımaktadır. Bu denge, mülkiyet hakkının korunması ve toplumsal ihtiyaçların karşılanması açısından önemlidir.

Mülkiyet Hakkının Değişen Kapsamı

Mülkiyet kavramı, hukuk tarihinin en eski ve temel kavramlarından biri olmasına rağmen, zaman içerisinde önemli değişimlere uğramıştır. Klasik anlamda sadece maddi varlıklar üzerindeki hakimiyeti ifade eden mülkiyet, günümüzde çok daha geniş bir anlam kazanmıştır. Bu bölümde, mülkiyet hakkının değişen kapsamını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları, farklı hukuk sistemlerindeki yaklaşımlar ve mülkiyet anlayışının genişlemesi çerçevesinde inceleyeceğiz.

AİHM Kararları

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, mülkiyet hakkının kapsamını belirleyen önemli kararlar vermiştir. Bu kararlar, mülkiyet kavramının klasik tanımının ötesine geçerek, ekonomik değer taşıyan çeşitli varlık ve hakların da mülkiyet kapsamında değerlendirilmesine yol açmıştır.

Dis v. Greece (Başvuru No: 31107/96) davasında AİHM, mülkiyet kavramının sadece fiziksel mallarla sınırlı olmadığını, ekonomik değer taşıyan belirli hak ve menfaatlerin de mülkiyet kapsamında değerlendirilebileceğini vurgulamıştır. Bu karar, mülkiyet hakkının geleneksel sınırlarının genişletilmesi açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur.

Benzer şekilde, Broniowsky v. Poland (Başvuru No: 31443/96) davasında AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını daha da genişleterek, meşru beklentilerin de mülkiyet hakkı kapsamında korunabileceğine hükmetmiştir. Bu davada, başvurucunun tazminat alma beklentisi, mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Bu karar, mülkiyet kavramının maddi varlıkların ötesinde, belirli koşullar altında ekonomik değer taşıyan beklentileri de kapsayabileceğini göstermiştir.

AİHM'in bu kararları, mülkiyet hakkının dinamik ve gelişen bir kavram olduğunu, toplumsal ve ekonomik değişimlere paralel olarak kapsamının genişleyebileceğini ortaya koymaktadır.

Farklı Hukuk Sistemlerindeki Yaklaşımlar

Mülkiyet hakkının kapsamı, farklı hukuk sistemlerinde farklı şekillerde ele alınmaktadır. Bu farklılıklar, hukuk sistemlerinin tarihsel gelişimi, felsefi temelleri ve ekonomik yapılarıyla yakından ilişkilidir.

Kıta Avrupası Hukuk Sistemleri içerisinde bile farklı yaklaşımlar bulunmaktadır:

  • Fransa'da maddi olmayan mallar üzerinde mülkiyet hakkı kurulabilmektedir. Fransız hukuk sistemi, mülkiyet kavramını geniş yorumlayarak, fikri mülkiyet hakları gibi maddi olmayan varlıkları da mülkiyet kapsamında değerlendirmektedir.

  • İspanya'da maddi olmayan mallar mülkiyet konusu olabilmekte ve numerus clausus (sınırlı sayı) ilkesi terk edilmiş durumdadır. Bu yaklaşım, mülkiyet hakkının kapsamının genişlemesine olanak tanımaktadır.

  • İsviçre, Almanya ve Türkiye gibi ülkeler ise Roma Hukuku anlayışını sürdürerek, eşya hukukunun sadece maddi malların hukuku olduğunu kabul etmektedir. Bu yaklaşım, mülkiyet kavramını daha dar bir çerçevede ele almaktadır.

Anglo-Sakson Hukuk Sistemlerinde ise farklı bir yaklaşım söz konusudur:

  • İngiltere'de taşınmazlar için taşınmaz hukuku, zilyetlik ve maddi/maddi olmayan mallar için kişisel mülkiyet hukuku gibi farklı mülkiyet kuralları uygulanmaktadır. İngiliz hukuk sistemi, mülkiyet kavramını daha esnek bir şekilde yorumlamaktadır.

  • ABD'de mülkiyet hakkının kapsamı oldukça geniş yorumlanmakta, ekonomik değer taşıyan çeşitli varlık ve haklar mülkiyet kapsamında değerlendirilmektedir.

Bu farklı yaklaşımlar, mülkiyet kavramının evrensel bir tanımının olmadığını, toplumsal, ekonomik ve hukuki gelişmelere bağlı olarak değişebileceğini göstermektedir.

Mülkiyet Anlayışının Genişlemesi

Günümüzde mülkiyet anlayışı, klasik taşınır ve taşınmaz eşya kavramlarının ötesine geçerek, ekonomik değer taşıyan çeşitli varlık ve hakları da kapsamaya başlamıştır. Bu genişleme, teknolojik gelişmeler, küreselleşme ve yeni ekonomik modellerin ortaya çıkmasıyla yakından ilişkilidir.

Emisyon hakları, mülkiyet anlayışının genişlemesine örnek olarak gösterilebilir. 2003/87/EC Sera Gazı Emisyon Ticareti Yönergesi ile ortaya çıkan emisyon hakları, maddi bir varlık olmamakla birlikte, ekonomik değer taşıyan ve alınıp satılabilen bir hak olarak mülkiyet kapsamında değerlendirilmektedir. Bu durum, mülkiyet kavramının klasik tanımının ötesine geçtiğini göstermektedir.

Akademik çevrelerde de mülkiyet kavramının kapsamına ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır:

  • Hohfeld, ayni hak konusu olabilecek şeylerin mülkiyet hakkına konu olabileceğini savunmaktadır.
  • Honore ise mülkiyetin sadece ayni haklarla sınırlanamayacağını, daha geniş bir kapsamda ele alınması gerektiğini ileri sürmektedir.
  • Von Bar ise ekonomik değeri olan tüm varlıkların "mülkiyet" kapsamında değerlendirilmesine karşı çıkarak, "gerçek eşya" ve "normatif eşya" ayrımını savunmaktadır.

Mülkiyet hakkının boyutları genişlemiş, kapsamındaki yetkiler farklı kişilere dağıtılabilir hale gelmiştir. Örneğin, bir taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkı, malik, intifa hakkı sahibi, üst hakkı sahibi gibi farklı kişiler arasında paylaştırılabilmektedir. Bu durum, mülkiyet kavramının daha karmaşık ve çok boyutlu bir hal aldığını göstermektedir.

Sonuç olarak, mülkiyet kavramı tarihsel süreç içerisinde önemli değişimlere uğramış, klasik taşınır ve taşınmaz eşya anlayışının ötesine geçerek, ekonomik değer taşıyan çeşitli varlık ve hakları da kapsamaya başlamıştır. Bu değişim, zilyetlik ve mülkiyet arasındaki ilişkiyi de etkilemiş, zilyetliğin bazı durumlarda mülkiyet kapsamında değerlendirilmesine yol açmıştır. Hukuk sistemleri ve akademik çevreler, bu değişime farklı yaklaşımlar geliştirmiş olsa da, mülkiyet kavramının dinamik ve gelişen bir kavram olduğu konusunda genel bir uzlaşı bulunmaktadır. Günümüzde mülkiyet hakkı, sadece maddi varlıklar üzerindeki hakimiyeti değil, ekonomik değer taşıyan çeşitli varlık ve haklar üzerindeki kontrol ve yararlanma yetkisini de ifade etmektedir.

Yazar Görseli
Müellif

Av. Ali Haydar GÜLEÇ

Güleç Hukuk Bürosu'nda 9 yıldır yöneticilik ve avukatlık yapmaktadır.