Hizmet Tespit Davaları

Hizmet Tespit Davaları

Çalışma hayatında karşılaşılan en önemli sorunlardan biri, işverenler tarafından çalışmaların Sosyal Güvenlik Kurumu'na hiç bildirilmemesi veya eksik bildirilmesidir. Hizmet tespit davaları, bu mağduriyeti gidermek için sigortalılara tanınan bir hukuki yoldur. Bu yazımızda, hizmet tespit davalarının genel ilkeleri, bu davalardan feragat edilip edilemeyeceği tartışması, hak düşürücü süreler ve ispat sorunlarına ilişkin güncel Yargıtay kararlarını değerlendireceğiz.

Hizmet Tespit Davalarında Genel İlkeler

Çalışma hayatının en önemli güvencelerinden biri olan sosyal güvenlik hakkı, işverenlerin çalışanların sigorta bildirimlerini eksiksiz yapmasıyla sağlanır. Ancak uygulamada sıklıkla karşılaşılan bildirim eksiklikleri veya hiç bildirim yapılmaması durumlarında, çalışanların haklarını korumak için hizmet tespit davaları hayati önem taşımaktadır. Bu davalar, sigortalı çalışmaların Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildirilmediği veya eksik bildirildiği durumlarda, çalışma ilişkisinin tespiti ve sigortalı hizmetlerin kayıt altına alınması amacıyla açılan özel nitelikli davalardır.

Davanın Niteliği ve Amacı

Hizmet tespit davaları, kamu düzenini ilgilendiren nitelikte olup, sosyal güvenlik hakkının korunmasına yönelik açılan davalardır. Bu davaların temel amacı, sigortalı olarak geçen ancak Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildirilmeyen çalışma sürelerinin tespiti ile kişinin emeklilik, sağlık ve diğer sosyal sigorta haklarından eksiksiz yararlanmasını sağlamaktır.

Hizmet tespit davalarının en önemli özelliklerinden biri, hakimin resen araştırma yetkisine sahip olmasıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 28.05.2003 tarih, 2003/21-362-360 sayılı kararında açıkça belirtildiği üzere, hakim bu davalarda kendiliğinden araştırma yapabilir ve tarafların ileri sürmedikleri vakıaları dahi inceleyebilir. Bu durum, davacının ispat yükünü hafifletmekte ve sosyal güvenlik hakkının etkin korunmasına hizmet etmektedir.

Hizmet tespit davaları:

  • Zorunlu dava arkadaşlığı içerir; hem işveren hem de Sosyal Güvenlik Kurumu davalı konumundadır
  • İş Mahkemelerinin görev alanına girer (5510 sayılı Kanun m. 101)
  • Kamu düzenini ilgilendiren nitelikte olduğundan, özel bir yargılama usulüne tabidir
  • Tespit edilen hizmetler, kişinin emeklilik, sağlık ve diğer sosyal sigorta haklarını doğrudan etkiler

Hizmet tespit davalarının bir diğer önemli özelliği, sadece geçmiş döneme ilişkin çalışmaların tespit edilebilmesidir. Bu davalar yoluyla gelecek dönem için hüküm kurulması mümkün değildir. Ayrıca, hizmet tespiti davası sonucunda prim ödeme yükümlülüğü doğmakta, bu da işverenlerin sorumluluklarını ortaya koymaktadır.

İspat Yöntemleri

Hizmet tespit davalarında, çalışma olgusunun ispatı büyük önem taşımaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.10.2003 tarih, 2003/21-571-575 sayılı kararında belirtildiği üzere, çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabilir. Bu bağlamda kullanılabilecek deliller şunlardır:

  • İşyeri kayıtları ve belgeler
  • Ücret bordroları ve makbuzlar
  • İşe giriş bildirgeleri
  • Sigorta müfettişi raporları
  • Tanık beyanları
  • Kamera kayıtları
  • İşyeri giriş-çıkış kayıtları
  • Yazışmalar ve elektronik postalar

Uygulamada en sık başvurulan ispat aracı tanık beyanları olmakla birlikte, tanık beyanlarının değerlendirilmesinde dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 14.04.2004 tarih, 2004/21-226-223 sayılı kararında vurgulandığı üzere, tanık beyanlarının:

  • İnandırıcı ve tutarlı olması
  • Tanığın işveren ile ilişkisinin ve tanıklığının güvenilirliğini etkileyecek durumların değerlendirilmesi
  • Tanık beyanlarının diğer delillerle desteklenmesi
  • Tanığın çalışma olgusunu doğrudan bilme imkanının bulunması

gibi kriterler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da, ispat yükünün dağılımıdır. Hizmet tespit davalarında ispat yükü kural olarak davacıya aittir. Ancak işverenin belge tutma ve saklama yükümlülüğü nedeniyle, çalışma olgusuna ilişkin görünüşte delil bırakıldığı durumlarda ispat yükü tersine dönebilir. Örneğin, işveren kısmi bildirim yapmışsa, kesintisiz çalışmanın aksini ispat etme yükü işverene geçecektir.

İspat açısından önemli olan bir diğer nokta, fiili çalışmanın ispatının yeterli olmasıdır. Sigortalı olma koşullarının varlığı halinde, kişinin fiilen çalıştığının ortaya konulması, hizmet tespiti için yeterlidir. İş sözleşmesinin yazılı olup olmaması, ücret ödemelerinin nasıl yapıldığı gibi hususlar, çalışma olgusunun ispatı için zorunlu unsurlar değildir.

Hizmet tespit davalarında sunulan deliller, tarafların menfaat dengesi gözetilerek değerlendirilmelidir. İşveren tarafından tutulan belgelerin resmi nitelik taşıması, bu belgelere karşı çalışanın aksini ispatlamasını zorlaştırabilir. Bu nedenle mahkemeler, delilleri değerlendirirken sosyal güvenlik hakkının korunması ilkesini göz önünde bulundurarak hareket etmelidir.

Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarına göre, çalışma olgusunun çekişmeli olduğu durumlarda, işyerinde fiilen çalışıldığının somut ve inandırıcı delillerle ortaya konulması gerekmektedir. Tanık beyanlarının somut verilerle desteklenmesi, davanın başarıyla sonuçlanması için büyük önem taşımaktadır.

Hizmet Tespit Davalarından Feragat Sorunu

Hizmet tespit davaları, çalışanların sosyal güvenlik hakları açısından hayati önem taşıyan davalardır. Bu davaların niteliği ve kamu düzenini ilgilendiren yönü nedeniyle, davadan feragat edilip edilemeyeceği hususu hukuk dünyasında önemli tartışmalara yol açmıştır. Yargıtay'ın farklı daireleri ve Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen kararlar incelendiğinde, bu konuda iki farklı görüşün bulunduğu görülmektedir.

Feragat Edilemeyeceği Yönündeki Görüş

Hizmet tespit davalarından feragat edilemeyeceğini savunan görüşün temel dayanağı, sosyal güvenlik hakkının kamu düzenine ilişkin olması ve sigortalılığın hem bir hak hem de bir yükümlülük olarak düzenlenmesidir. Bu görüşü destekleyen yasal düzenlemelerin başında 5510 sayılı Kanun'un 92. maddesi gelmektedir. Bu madde, sigortalılığın zorunlu olduğunu ve sigorta hak ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmak amacıyla yapılan sözleşmelerin geçersiz olduğunu açıkça düzenlemiştir.

Benzer şekilde, mülga 506 sayılı Kanun'un 6. maddesinde de "sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez" hükmü yer almaktaydı. Bu yasal düzenlemelerin yanı sıra, Anayasa'nın 12 ve 60. maddeleri de sosyal güvenlik hakkını temel bir insan hakkı olarak düzenlemekte ve bu hakkın vazgeçilemez nitelikte olduğunu vurgulamaktadır.

Yargıtay'ın yerleşik içtihatları da uzun yıllar boyunca hizmet tespit davalarından feragat edilemeyeceği yönünde şekillenmiştir. Örneğin:

  • Yargıtay HGK 11.2.2004 T. 21-54 E./54 K. sayılı kararında, davadan feragat edilemeyeceği ve sigortalılık hakkından feragat edilemeyeceği açıkça vurgulanmıştır.
  • Yargıtay 21. HD 8.2.2005 T, 12344 E./816 K. sayılı kararında da aynı yaklaşım benimsenmiştir.
  • Yargıtay 10. HD. 29.12.2011 T. 17822 E./21148 K. ve 05.10.2012 T, 16553 E./17570 K. sayılı kararlarında da feragatin mümkün olmadığı ilkesi korunmuştur.

Bu görüşü benimseyen kararların gerekçelerinde genellikle üç temel unsur vurgulanmaktadır:

  1. Sosyal güvenlik hakkının kamu düzenine ilişkin olması
  2. Sigortalılığın hem hak hem yükümlülük niteliği taşıması
  3. Sosyal Güvenlik Kurumu'nun prim alacağının söz konusu olması

Feragat Edilebileceği Yönündeki Görüş

Son yıllarda Yargıtay içtihatlarında bu konuda bir paradigma değişimi yaşanmaya başlamıştır. Daha yeni tarihli bazı kararlarda, hizmet tespit davalarından feragat edilebileceği yönünde görüşler ortaya çıkmıştır. Bu görüşün en önemli temsilcileri arasında Yargıtay HGK 15.2.2017 T. 10-668 E./250 K. ve Yargıtay HGK 2016/10-1084 E. 2017/248 K. sayılı kararlar bulunmaktadır.

Bu kararların dayanak noktası, davadan feragatin sosyal güvenlik hakkından vazgeçme anlamına gelmediği düşüncesidir. Bu ayrımı gözeten kararlarda, usul hukukundaki feragat kurumunun, maddi hukuka ilişkin haklardan tümüyle vazgeçme anlamına gelmediği belirtilmektedir. Diğer bir deyişle, sigortalı davadan feragat etse bile, daha sonra yeni bir dava açarak hizmetlerinin tespitini talep etme hakkına sahiptir.

Feragat edilebileceği görüşünü destekleyen başka bir argüman da 6552 sayılı Kanun'un Geçici 60. maddesinde bulunan düzenlemedir. Bu maddede, belirtilen haklardan yararlanmak için açılmış davalardan vazgeçilmesi şartı getirilmiştir. Yasa koyucunun böyle bir düzenleme yapması, hizmet tespit davalarından feragatin mümkün olabileceğinin kanun koyucu tarafından da kabul edildiğini göstermektedir.

Pratik Çözüm Önerileri

Yargıtay içtihatlarındaki bu iki farklı yaklaşım, uygulamada birtakım sorunlara neden olmaktadır. Bu sorunların çözümü için bazı pratik öneriler geliştirilmiştir:

  1. Feragat beyanının "davayı geri alma" şeklinde yorumlanması: Yargıtay 10. HD 21.2.2005 T, 11796 E./1483 K. ve Yargıtay HGK. 05.03.2008 T, 21-215 E./222 K. sayılı kararlarında benimsendiği üzere, sigortalının feragat beyanı, davadan feragat değil, davayı geri alma olarak yorumlanabilir. Bu durumda sigortalı, daha sonra aynı konuda yeniden dava açabilme imkanına sahip olur.

  2. Davanın takipsiz bırakılması: Sigortalı, davayı aktif olarak takip etmeyerek, mahkemenin davayı işlemden kaldırmasını sağlayabilir. İşlemden kaldırılan dava, üç ay içinde yenilenmezse, açılmamış sayılır. Bu durumda da sigortalı, ileride aynı konuda yeniden dava açabilir.

  3. Kısmi feragat yoluyla çözüm: Davacı, talep ettiği sürenin tamamından değil, bir kısmından feragat edebilir. Örneğin, 10 yıllık çalışma süresi için açılan davada, davacı 3 yıllık süre için davadan feragat edip, 7 yıllık süre için davaya devam edebilir.

Sonuç olarak, hizmet tespit davalarından feragat konusu, Türk hukuk sisteminde hala tartışmalı bir alan olmaya devam etmektedir. Hakim görüş, bu davalardan feragat edilemeyeceği yönünde olsa da, son yıllardaki bazı Yargıtay kararları farklı bir yaklaşımı benimsemiştir. Bu durumda, uygulamacıların ve sigortalıların her somut olayın özelliklerine göre, en uygun hukuki yolu belirlemeleri gerekmektedir.

Hizmet Tespit Davalarında Hak Düşürücü Süreler

Hizmet tespit davaları, çalışanların sosyal güvenlik haklarına kavuşmaları açısından hayati öneme sahiptir. Ancak bu hakkın kullanılması belirli bir zaman dilimi ile sınırlandırılmıştır. Kanun koyucu, hukuki güvenliğin sağlanması ve kurumun aktüeryal dengesinin korunması amacıyla hizmet tespit davalarında hak düşürücü süre öngörmüştür. Bu sürelerin doğru bilinmesi, sigortalıların mağduriyetinin önlenmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.

Beş Yıllık Hak Düşürücü Süre

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 79/10. maddesi, sigortalıların Kuruma bildirilmeyen çalışmalarının tespiti için dava açma süresini düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre, sigortalılar veya hak sahipleri, çalışmanın geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içinde hizmet tespit davası açmak zorundadır. Bu süre, hak düşürücü nitelikte olduğundan, sürenin geçirilmesi halinde hakkın kullanılması imkânsız hale gelmektedir.

Hak düşürücü süre, dava açma hakkını ortadan kaldırdığından, hâkim tarafından resen dikkate alınması gereken bir husustur. Taraflar ileri sürmese dahi, hâkim sürenin geçip geçmediğini kendiliğinden incelemekle yükümlüdür.

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 07.07.2021 tarihli, 2020/9977 E. ve 2021/9701 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, hizmet tespit davalarında 5 yıllık hak düşürücü süre, çalışılan sürelerin sona erdiği yılın bitiminden itibaren hesaplanmaktadır. Örneğin, bir sigortalının 2018 yılı içerisinde çalıştığı sürelerin tespiti için açacağı davada, hak düşürücü süre 31.12.2023 tarihinde dolacaktır.

Bu kararın önemli bir diğer vurgusu, hak düşürücü sürenin ancak belgeleri verilmeyen veya çalışmaları tespit edilemeyen sigortalılar için uygulanacağı yönündedir. Yargıtay'ın bu değerlendirmesi, aşağıda detaylandırılacak olan hak düşürücü sürenin işlemediği durumlara da ışık tutmaktadır.

Hak Düşürücü Sürenin İşlemediği Durumlar

Yargıtay uygulaması, belirli durumlarda 5 yıllık hak düşürücü sürenin işlemeyeceğini kabul etmektedir. Bu istisnalar, sigortalıların hak kaybına uğramaması ve sosyal güvenlik hakkının etkin korunması amacıyla geliştirilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 09.07.2020 tarihli, 2016/10-2343 E. ve 2020/560 K. sayılı kararında önemli bir içtihat oluşturulmuştur. Bu kararda, Kurumun işçinin çalışmasından haberdar olması durumunda hak düşürücü sürenin işlemeyeceği açıkça belirtilmiştir. Kurumun haberdar olmasından ne anlaşılması gerektiği de aynı kararda detaylandırılmıştır.

Buna göre, aşağıdaki durumlarda hak düşürücü süre işlememektedir:

  • İşe giriş bildirgesinin Kuruma verilmiş olması
  • Aylık prim ve hizmet belgesi (eski adıyla aylık sigorta primleri bildirgesi) verilmiş olması
  • Dönem bordrosunun Kuruma verilmiş olması
  • Sigortalının kısmi bildirim yapılan aylar için Kuruma kayıtlı olması
  • Kurumun, müfettiş raporları veya başka yollarla çalışmadan haberdar olması

Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği'nde belirtilen bu belgelerden herhangi birinin verilmesi halinde, Kurumun sigortalının varlığından haberdar olduğu kabul edilmekte ve hak düşürücü süre işlememektedir. Bu durum, Yargıtay'ın, kısmi bildirim yapılan sigortalılar ile hiç bildirim yapılmayan sigortalıların aynı hukuki statüye tabi tutulmasının hakkaniyete aykırı olacağı yönündeki değerlendirmesiyle de uyumludur.

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 2020/9977 E. sayılı kararında da belirtildiği gibi, "hak düşürücü süre, belgeleri verilmeyen veya çalışmaları tespit edilemeyen sigortalılar için geçerlidir." Bu ifade, Kurumun, sigortalının çalıştığından herhangi bir şekilde haberdar olması durumunda hak düşürücü sürenin işlemeyeceğini göstermektedir.

Uygulamada, özellikle işe giriş bildirgesi verilmiş ancak dönem bordroları eksik bildirilmiş sigortalılar açısından hak düşürücü sürenin işlemediği kabul edilmektedir. Zira bu durumda Kurum, sigortalının varlığından haberdar olduğu için, hizmet süresinin eksik bildirilmesi ya da hiç bildirilmemesi, sürenin işlemesine engel oluşturmaktadır.

Sigortalılar açısından önemli bir diğer husus, hak düşürücü sürenin her bir çalışma dönemi için ayrı ayrı hesaplanmasıdır. Kesintili çalışmaların varlığı halinde, her bir çalışma döneminin sona erdiği yılın sonundan itibaren 5 yıllık süre işlemeye başlamaktadır.

Bu temel ilkeler ışığında, hizmet tespit davası açacak sigortalıların öncelikle SGK kayıtlarını kontrol etmeleri, Kurumun çalışmalarından herhangi bir şekilde haberdar olup olmadığını tespit etmeleri ve hak düşürücü süreyi buna göre değerlendirmeleri büyük önem taşımaktadır. Zira Kurumun haberdar olduğu çalışmalar için hak düşürücü süre işlemediğinden, bu çalışmaların tespiti için her zaman dava açılabilmektedir.

Hizmet Tespit Davalarında İspat ve Delil Değerlendirmesi

Hizmet tespit davaları, sigortalı çalışmaların SGK'ya bildirilmediği veya eksik bildirildiği durumlarda başvurulan önemli bir hukuki yoldur. Bu davaların başarıya ulaşmasında ispat ve delil değerlendirmesi süreçleri kritik öneme sahiptir. Hizmet tespit davalarında, çalışma ilişkisinin varlığını ve süresini kanıtlamak için çeşitli delil türleri kullanılabilir, ancak her delilin değerlendirilmesinde farklı kriterler uygulanmaktadır. Bu bölümde, hizmet tespit davalarında ispat sorunları, delillerin değerlendirilmesi ve özellikle tanık beyanlarının güvenilirliği konularını Yargıtay kararları ışığında inceleyeceğiz.

Tanık Beyanlarının Değerlendirilmesi

Hizmet tespit davalarında en sık başvurulan delil türlerinden biri tanık beyanlarıdır. Ancak tanık beyanlarının değerlendirilmesi, hâkimin titizlikle üzerinde durması gereken bir konudur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 06.10.2010 tarih ve 2010/10-433-453 sayılı kararında, tanık beyanlarının değerlendirilmesine ilişkin önemli kriterler belirlenmiştir.

Bu karara göre, tanık beyanlarının değerlendirilmesinde aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulmalıdır:

  • Tanığın inandırıcılığı: Tanığın sosyal ve ekonomik durumu, davacı ile olan ilişkisi, tanıklık ettiği olayı nasıl öğrendiği gibi faktörler inandırıcılığın belirlenmesinde önemlidir.

  • Tanığın çalışma ortamına yakınlığı: Tanığın davacı ile aynı işyerinde çalışmış olması, çalışma koşullarını ve süreçlerini bizzat gözlemlemiş olması beyanının güvenilirliğini artırır.

  • Beyanların somutluğu ve detay içermesi: Tanık beyanlarının soyut ifadeler yerine, tarihler, çalışma saatleri, ücretler gibi somut detaylar içermesi güvenilirliği artırır.

  • Tanık beyanlarının diğer delillerle uyumu: Tanık beyanlarının diğer deliller (iş kazası raporu, vergi kayıtları, SGK kayıtları vb.) ile desteklenmesi, güvenilirliğini önemli ölçüde artırmaktadır.

Yargıtay içtihatlarına göre, tanık beyanlarının "hayatın olağan akışına uygun olması" da değerlendirmede önemli bir kriterdir. Örneğin, davacının işe başlama tarihinden önce veya dava konusu işyerinin faaliyete geçmesinden önce çalıştığını iddia eden tanık beyanları, hayatın olağan akışına aykırı kabul edilmektedir.

Tanık beyanlarının tutarlılığı da bir diğer önemli değerlendirme kriteridir. Tanıkların ifadeleri arasında önemli çelişkiler bulunması durumunda, hâkimin bu çelişkileri gidermeye yönelik ek sorular sorması veya yeni tanıkların dinlenmesini talep etmesi gerekebilir.

Karinenin Çürütülmesi

Hizmet tespit davalarında, bazı belgelerin varlığı veya yokluğu, belirli kariyelerin (yasal karinelerin) oluşmasına neden olabilir. Bu karinelerin çürütülmesi, ispat yükünün yer değiştirmesine yol açabilir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 26.02.2003 tarih ve 2003/21-43 E., 2003/97 K. sayılı kararında, işe giriş bildirgeleri ve ücret bordroları konusunda önemli tespitler yapılmıştır. Bu karara göre:

  • İşe giriş bildirgeleri ve ücret bordrolarının sigortalının imzasını içermesi gerekmektedir. İmzasız veya işçinin rızası dışında düzenlenen belgeler, ispat gücünü zayıflatır.

  • Birden fazla işe giriş bildirgesi ve kısmi bildirimler, kesintili çalışma karinesi oluşturur. Yani, aynı işyeri için farklı tarihlerde birden fazla işe giriş bildirgesi veya bazı dönemlerde bildirim yapılıp bazı dönemlerde yapılmaması, çalışmanın kesintili olduğuna dair bir karine oluşturur.

  • Bu karinenin aksi eş değer delillerle kanıtlanmalıdır. Yargıtay kararına göre, kesintili çalışma karinesini çürütmek için tanık beyanları tek başına yeterli değildir; bunların başka delillerle desteklenmesi gerekir.

Kesintili çalışma karinesini çürütmek için kullanılabilecek deliller şunlardır:

  • İşyeri kayıtları (puantaj cetvelleri, imza föyleri)
  • Banka hesap hareketleri ve düzenli ücret ödemeleri
  • İşyeri giriş-çıkış kayıtları
  • İş kazası tutanakları
  • Vergi dairesine yapılan bildirimler
  • SGK müfettiş raporları

Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği'nde belirtilen belgelerden birinin verilmesi halinde, 5 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanmayacağı düzenlenmiştir. Bu düzenleme, karinenin çürütülmesi açısından önemlidir çünkü Kurumun sigortalının çalışmasından haberdar olması durumunda hak düşürücü süre işlemez.

Kısmi bildirim yapılan sigortalılar ile hiç bildirim yapılmayan sigortalıların aynı hukuki statüye tabi tutulması hakkaniyete aykırı olacağından, kısmi bildirim yapılan dönemlerin varlığı, diğer dönemler için de çalışma ilişkisinin devam ettiğine dair bir belirti olarak değerlendirilebilir. Ancak bu durumda da ispat yükü davacı üzerindedir ve iddianın inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir.

Sonuç

Hizmet tespit davalarında ispat ve delil değerlendirmesi, davanın sonucunu doğrudan etkileyen kritik bir süreçtir. Özellikle tanık beyanlarının değerlendirilmesi ve karinenin çürütülmesi hususları, Yargıtay içtihatlarıyla şekillenmiş önemli ilkeler içermektedir. Bu davalarda başarılı olmak için, çalışma olgusunu destekleyecek tüm delillerin sistematik bir şekilde toplanması, tanıkların özenle seçilmesi ve beyanlarının diğer delillerle desteklenmesi gerekmektedir. Sosyal güvenlik hakkı gibi temel bir hakkın korunmasına hizmet eden bu davaların, hem sigortalılar hem de sosyal güvenlik sistemimiz açısından hayati önemi bulunmaktadır. Hizmet tespit davalarına ilişkin mevzuat ve içtihatların iyi bilinmesi, haksız yere sigorta primlerinden mahrum bırakılan çalışanların haklarına kavuşmasında belirleyici rol oynamaktadır.

Yazar Görseli
Müellif

Av. Ali Haydar GÜLEÇ

Güleç Hukuk Bürosu'nda 9 yıldır yöneticilik ve avukatlık yapmaktadır.